Bu yıl yaptığımız Türkiye temsili araştırmamızın bulguları, toplumsal dokunun en önemli mikro modeli olan okulda ciddi bir aşınma yaşandığını gösteriyor. Araştırmaya katılan velilerin paylaşımlarından, çocukların %95’inin zorbalık deneyimini okul sınırları içinde yaşadığını; dört çocuktan üçünün ya zorbalığa maruz kaldığını ya tanıklık ettiğini ya da zorbalık yapan konumunda bulunduğunu anlıyoruz. Okula giden her dört çocuktan üçünün zorbalığın gölgesinde yaşadığına işaret eden bu oran, okulun çocuğun korunması konusunda risk üreten bir alan hâline geldiğini göstermektedir. Zorbalığı bireylerin ahlaki eksikliği ya da ergenlik dönemi davranışlarıyla açıklamak kolaydır, ancak eksik olur. Akran zorbalığı, bir çocuğun diğerine yaptığı tekil bir eylem olmaktan çok daha fazlasıdır. Okulun ilişkisel dokusundaki kırılmaların, güven kaybının, güç dengesizliklerinin ve onarım mekanizmalarının yetersizliğinin dışavurumudur. Dolayısıyla çözüm de bireylerin davranışlarını değiştirmekten daha ötesini, okulun sosyal ekosistemini yeniden düzenlemeyi gerektirir. Ancak şunu da unutmamak gerekir: Okul, toplumun kendini küçük ölçekte yeniden ürettiği bir alandır. Toplumdaki yapısal gerilimlerin, eşitsizliklerin ve güvensizliklerin ilk yansıma noktalarından biri okuldur. Toplumsal yapıdaki değerler ve davranış kalıpları okulun gündelik işleyişinde yeniden üretilir. Bu perspektiften bakıldığında, okulda görülen zorbalık vakaları, salt okul içi bir sosyal sorun değil; toplumun ilişkisel dokusunda biriken gerilimlerin ve dayanışma kültüründeki aşınmanın yansımasıdır; onarımı da yalnızca okulda değil, toplumun tamamında başlamak zorundadır.
Araştırmamız, bu dokusal değişikliğin okuldaki yansımasının sadece öğrenciler arası ilişkide değil, öğretmen ve öğrenci ilişkilerinde de ortaya çıktığını göstermektedir. Veriler, öğretmen-öğrenci arasındaki güç dengesinin öğretmen aleyhine değişerek öğretmen otoritesini aşındırdığını, zor şartlarda çalışan öğretmenlerin öğrencilerin iyi oluşunu gözetecek adımlar atmak için yeterli motivasyona sahip olmadıklarını ortaya koymaktadır. Okul yöneticileri ise öğretmenlerin çalışma şartlarının zorlaştığını ve bu nedenle okulda gözlemledikleri akran zorbalığı vakalarını ele almak konusundaki isteklerinin azaldığını belirtmektedir. Bu tablo, koruma mekanizmasının merkezinde yer alan yetişkinlerin kendi iyi olma hâllerinin zayıfladığına ve bu durumun okul iklimini akran zorbalığı için daha elverişli bir yer hâline getirdiğine işaret etmektedir. Bu nedenle öğretmen destek programları, çocuk koruma stratejisinin önemli bir parçası olarak ele alınmalıdır. Araştırma bulguları, velilerin ve öğrencilerin, öğretmen-rehberlik-idare hattındaki müdahale zincirinin tutarlılığını ve etkisini zayıf bulduğunu, çocukların önemli bir bölümünün “yardım istesem de işe yaramaz” düşüncesini taşıdığını, yani okulun koruyucu kapasitesine güven duymadığını göstermektedir. Okulun koruyuculuğundan, çocuğun kendini güvende hissettiği ölçüde bahsedilebilir. Bu nedenle çocuk koruma politikaları, sadece olay gerçekleştikten sonra devreye giren reaktif mekanizmalar değil, okulun kendi iç dinamiklerini yeniden yapılandırmaya dönük önleyici stratejiler içermelidir.
Bir okulun çocuğun korunması bağlamında sağlıklı işlemesi üç temel sütuna dayanır: Güven, adalet ve onarım. Güven, çocuğun psikolojik ve fizyolojik iyi oluşunun gözetilip önceleneceğine dair öğretmene, okul yönetimine ve kuruma karşı duyduğu inançtır; okuldaki tüm ilişkilerin en güçlü zemini budur. Adalet, okulun içinde alınan kararların, uygulamaların ve disiplin süreçlerinin yapılandırılmış, öngörülebilir, tutarlı, açık ve herkes için eşit bir biçimde yürütülmesidir. Onarım ise hataların ve çatışmaların, cezalandırma değil; sorumluluk, telafi ve yeniden bağ kurma süreçleriyle ele alınmasıdır. Araştırmamız, akran zorbalığının okullar tarafından etkin bir şekilde önlenemeyişi sebebiyle çocukların zorbalığı hayatın doğal bir dinamiği gibi algılama ve normalleştirme eğiliminde olduğunu, okulda güvende hissetmeyişlerinin de okula gitmenin doğal bir parçası gibi kabul görmeye başladığını, toplumda ve dünyada adaletin nasıl işlediğine dair yanlış kanılar edinildiğini göstermiştir. Okullarda yaşandığı paylaşılan vakaların %67’sinde disiplin süreçlerinin işletilmediği görülmekte, çocuğunun zorbalığa uğradığını belirten velilerin %31’i okulun konuyu ciddiye almadığını belirtmekte, vakaların %32’sinde ailelerin durumdan haberdar dahi edilmediği ifade edilmektedir. Akran zorbalığına uğrayan çocuklar okulda gözlemledikleri bu işleyişten hareketle toplumun ve dünyanın genel işleyiş biçimlerine dair güven kırıcı çıkarımlar yapmakta, kendilerini topyekûn adaletsiz bir iklimin içinde hissetmektedir. Dolayısıyla okullarda güven, adalet ile onarımın tesis edilmesi; çocukların, toplumu ve dünyayı da adil, öngörülebilir ve haksızlıkların onarılabildiği bir yer olarak algılamalarını ve buna göre davranmalarını sağlar. Bu nedenle, okulun içindeki bu üç sütun -güven, adalet ve onarım- çocuğun yalnız bugünkü iyi oluşunu değil, yarının vatandaşlık bilincini, başkalarıyla sağlıklı ilişki kurma becerisini, ortak iyiyi gözetme tutumunu ve topluma katkı isteğini de biçimlendirir ve belki de en önemlisi, dünyada haksızlık gördüğünde susmamayı öğretir. Bugün birçok okulda rehberlik sistemi, sorun ortaya çıktıktan sonra devreye giren bir mekanizma olarak çalışmaktadır. Oysa, çağdaş çocuk koruma yaklaşımları (UNICEF, Çocuk Koruma Stratejisi 2021 – 2030), rehberliğin temel görevinin yalnızca müdahale değil, önleme, erken fark etme ve güçlendirme olduğunu vurgular. Rehberlik sistemi, yalnızca kriz çözücü değil, okul iklimini iyileştirici ve öğrencinin duygusal dayanıklılığını artırıcı bir aktör olmalıdır.
Okullarda güvenin, adaletin ve sağlıklı işleyen bir onarımın tesis edilmesi için öncelikle okulun içinde zorbalığa geçit vermeyen bir kültür oluşturulmalı, veliler de dahil olmak üzere tüm paydaşlar düzenli bir biçimde süreklilik içeren zorbalık karşıtı eğitimlere tabi tutulmalıdır. Önleme odaklı yaklaşımlar, okulun rutin faaliyetlerine entegre edilmeli, günlük akışın doğal ve sürekli bir parçası hâline getirilmelidir. Araştırmamıza göre, her dört çocuktan ikisinin akran zorbalığı davranışlarına şahit olduğu düşünüldüğünde, çocukların şahit oldukları vakaları okul yönetimine bildirebilmesini sağlayacak gizlilik, erişilebilirlik ve güven esasına dayalı mekanizmalar kurmak da bu sürecin önemli bir parçası olacaktır. Çocukların birbirini koruduğu ve dayanışma kültürünün yeşerdiği bir okul iklimi için vakaların okula bildirilmesi özendirilmeli, erken uyarı ağının yaratacağı dönüşüm çocuklara aktarılmalıdır. Yaşanan vakaların okullar tarafından ele alınış biçimlerini standardize etmek için net ve somut adımlar içeren, yapılandırılmış süreç yönergeleri hazırlanmalı ve okullar vaka bazlı karar verici konumundan uygulayıcı konumuna getirilmelidir. Bu yönergelerin uygulanış biçimleri düzenli bir şekilde denetlenmeli ve böylece ülkedeki tüm vakaların tutarlılık içerisinde ve etkin bir biçimde ele alınması sağlanmalıdır.
Ayrıca, toplumda artan şiddet, kutuplaşma ve adalet duygusundaki aşınmanın okullara kaçınılmaz olarak yansıdığı düşünüldüğünde; zorbalığı besleyen “güç” dili yerine dayanışma, saygı, özen ve nezaket kültürünün makro düzeyde yeşertilmesinin de acil bir ihtiyaç olduğu ortaya çıkmaktadır. Güç ve nezaket arasında seçim yapması gerektiğinde nezaketi seçebilen kuşakların olması, toplumun sağlıklı geleceğini tesis etmek için her birimizin etik ve ahlaki sorumluluğudur.

Başak Abdula
Araştırmacı, Sosyolog
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji ve Galatasaray Üniversitesi MBA mezunu.
22 yıldır pazar araştırması bazlı marka danışmanlığı yapıyor. Veri ve veri teknolojisi alanlarında faaliyet gösteren FutureBright Group’un kurucu ortağı.
BÜMED ve BRM derneklerinin yönetim kurulu üyesi.
Çocuk kitapları yazarı.
TBMM Çocuk Hareketi Akran Zorbalığını Önleme Komisyonu başkanı.




