2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi, Türkiye’nin bir yandan enflasyonu düşürmeye yönelik bir program izlediği, diğer yandan 6 Şubat depremlerinden bu yana gündemde olan afet riskleri nedeniyle yeniden yapılanma için yüksek kamu harcaması ihtiyacının devam ettiği bir dönemde yürürlüğe girecek. Aralık ayı sonunda kabul edildiğinde merkezi yönetim bütçesinin yaklaşık 18,9 trilyon TL olması bekleniyor. Bu bütçe içinde yükseköğretimin de dahil olduğu toplam kamu eğitim harcamaları %15,3 ile en büyük kalemlerden birini oluşturacak. MEB ise 1 trilyon 943 milyar 965 milyon 746 bin TL bütçe ile merkezi yönetim bütçe payı (%10,3) en yüksek bakanlıktır. Bu miktara, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan aktarılan kaynaklar (33 milyar 74 milyon TL), aday çıraklara ve çıraklara ödenen devlet katkısı (29 milyar 270 milyon TL) ile Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesinden aktarılacak kömür ödeneği (2 milyar 645 milyon 460 bin TL) eklendiğinde oran %10,6’ya çıkıyor.
Diğer yandan bu oranlar tek başına eğitimin önceliklendirildiği anlamına gelmiyor. MEB bütçesinin esnekliği ve etkisi sınırlı, öğretmenlere ayrılan kaynaklarda yapısal uyumsuzluk devam ediyor, artan çocuk yoksulluğuna karşı daha sistematik bir yaklaşıma ihtiyaç var. Eğitime öncelik verildiği iddiası yalnızca bütçe payının büyüklüğüyle değil, kaynakların nasıl kullanıldığı ve hangi etkiyi yarattığı da izlenerek değerlendirilmelidir.
MEB bütçesinin esnekliği ve etkisi sınırlı
MEB bütçesinde 2025’e göre %33,9’luk bir nominal artış görülüyor. Ancak bu artışın reel karşılığı, 2026 yılı için öngörülen enflasyon hedefine ne kadar yaklaşılacağına bağlıdır. Enflasyon hedefinin üzerinde gerçekleşecek her oran eğitim bütçesinin satın alma gücünü zayıflatacaktır. TÜİK verilerine göre Ekim 2024 ile Ekim 2025 arasında yıllık enflasyon %32,9 olarak gerçekleşti. 2026 yılı için Orta Vadeli Program (2026-2028) kapsamında belirlenen resmi enflasyon hedefi %16,0’dır.
Son yıllarda MEB’in merkezi yönetim bütçesi payı %10,0, GSYH içindeki payı ise %2,5 seviyesinde seyrediyor (Grafik 1). Bu durum MEB’in bütçe içindeki payının korunduğunu gösteriyor. Görülen sınırlı artışın enflasyona karşı koruma dışında ne için kullanılacağı MEB 2026 Yılı Bütçe Teklifi gerekçelerinde şeffaf bir şekilde izlenemiyor. MEB 2025 ve 2026 Yılı Bütçe Tekliflerinde yer alan programlara göre bütçe gerekçeleri karşılaştırıldığında, Mesleki ve Teknik Eğitim alt programı hariç tüm gerekçelerde hemen hemen aynı ifadeler yer alıyor. Mesleki ve teknik eğitim, 2026 gerekçesinde kayda değer biçimde genişleyen tek alt program olarak öne çıkıyor. Meslek ortaokulları, beceri/ihtisas okulları, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile uyum, yeşil ve dijital ikiz dönüşüm ve mezun takibi gibi yeni unsurların 2026 bütçe gerekçesine eklendiği görülüyor.
Grafik: MEB ve Kamu Eğitim Bütçesinin Gelişimi

Diğer yandan MEB’in TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki sunumunda 2026 ve izleyen dönem için çok daha geniş bir faaliyet alanı tarif ediliyor. Sunumda; öğretmen yetiştirme sisteminin yeniden kurgulanması, Millî Eğitim Akademisi’nin yapılandırılması, afetlere dayanıklı okul yatırımları, yapay zekâ destekli yönetim araçlarının okullarda yaygınlaştırılması, ölçme ve değerlendirme sisteminin yenilenmesi, Maarif Modeli izleme çalışmaları, okulöncesi eğitime erişimin artırılması ve uluslararası eğitim diplomasi programlarının genişletilmesi gibi pek çok hedef yer alıyor. Bu durum, bütçe gerekçeleri ile MEB bütçe sunuşları arasında önemli bir yönetişim boşluğuna işaret ediyor. Program düzeyinde hedeflere ayrılan kaynaklara ilişkin net bir çerçeve bulunmaması nedeniyle sistematik bir izleme ve hesap verebilirlik mekanizmasına duyulan ihtiyaç devam ediyor. Mevcut bütçe dokümanlarında kurumsal performans, yıllar arası ilerleme ve hedeflere ayrılan kaynak arasında açık bir bağ kurulamaması, hem kamuoyunun hem de TBMM’nin bütçeyi etkili biçimde değerlendirme kapasitesini sınırlandırıyor.
Öğretmenlere ayrılan kaynaklarda yapısal uyumsuzluklar devam ediyor
MEB 2026 bütçe teklifi ekonomik dağılıma göre incelendiğinde, %82,8’inin personel ve SGK devlet primi harcamalarına ayrıldığı görülüyor. Bu kalemi sırasıyla sermaye giderleri (%8,3), mal ve hizmet alım giderleri (%6,9), cari transferler (%2,0) ve sermaye transferleri (%0,05) izliyor. Bu dağılım, bütçenin büyük ölçüde harcanması zorunlu personel giderlerine ayrıldığını ve esnekliğinin son derece sınırlı olduğunu ortaya koyuyor. Bu çerçevede, MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesi içindeki payının yüksek olmasının, eğitim politikalarının önceliklendirilmesinden değil, personel sayısının yüksek olmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Personel harcamalarının bu denli yüksek olmasına karşın, öğretmen istihdamı alanında yapısal sorunlar devam ediyor. Kadrolu ya da sözleşmeli istihdamı güçlendirmek yerine, norm kadro açığının ücretli öğretmenlik yoluyla karşılanması sürekli bir uygulamaya dönüşmüş durumdadır. Bu tablo, öğretmen ihtiyacı devam ederken bütçenin bu ihtiyacı karşılayacak biçimde genişletilmediğini, bunun yerine daha düşük maliyetli ve güvencesiz bir istihdam biçiminin kalıcı hâle geldiğini gösteriyor. Bu durum, eğitimin bir öncelik olarak sunulmasıyla çelişen bir kaynak kullanımına işaret ediyor.
Öğretmene yapılan yatırımların yalnızca personel harcamalarının bütçe içindeki payı üzerinden tartışılması, öğretmenlerin devam eden ihtiyaçlarının göz ardı edilmesine ve meselenin bir maliyet kalemine indirgenmesine yol açıyor. Oysa çalışma koşulları, mesleğe giriş süreçlerinin adil olması, ücret düzeyi ve mesleki gelişim olanakları, eğitim sisteminin niteliğini belirleyen etkenlerdendir. Bu alandaki tartışmalar, yalnızca atanmış öğretmenleri değil, atama bekleyen öğretmenleri ve eğitim fakültelerindeki öğrencileri de doğrudan etkiliyor. Diğer yandan, bütçenin mevcut hâli öğretmen politikasının stratejik öncelikleri ile bütçede ayrılan kaynaklar arasında da bir bağ kurulmasını zorlaştırıyor. Bütçe sunuşunda paylaşılan öğretmen yetiştirme sisteminin yeniden kurgulanması, Millî Eğitim Akademisi’nin yapılandırılması gibi faaliyetlere ne kadar ve nasıl kaynak ayrılacağı izlenemiyor.
Okulların temel ihtiyaçları ve öğrencilerin iyi olma hâli için daha sistematik bir yaklaşıma ihtiyaç var
2025 yılına göre sermaye giderleri miktarı nominal olarak %13,6 oranında yükseldi. İlk bakışta bir artış olarak görünse de, bu oran 2026 yılı hedeflenen enflasyon oranının (%16,0) 2,4 yüzde puan altındadır. Bu durum, eğitim yatırımlarının (okul yapımı, büyük onarımlar, donanım alımı vb.) alım gücünün reel olarak daralacağını gösteriyor. Özellikle inşaat ve teknoloji maliyetlerinin yüksek seyrettiği bir ortamda bu durum, hedeflenen projelerin hayata geçirilmesini zorlaştırabilir.
Orta Vadeli Program (2026-2028)’da 6 Şubat depremlerinin etkilerinin giderilmesi ve başta İstanbul olmak üzere şehirlerin afetlere karşı dirençli hâle getirilmesi temel önceliklerdendir. Bu önceliğin bir yansıması olarak MEB, 6 Şubat depremlerinin etkilediği 11 ilde 10 bin 539 dersliğin yapımının devam ettiğini ve tüm çalışmalar tamamlandığında, bölgedeki derslik kapasitesinin deprem öncesine göre %15 artacağını paylaşıyor. Depremden etkilenen illerde duyulan derslik ihtiyaçlarına ve ülke çapında okulların güçlendirme çalışmalarına ek olarak, ikili eğitimin sonlandırılması için de derslik ihtiyacı sürüyor.
Artan yoksulluk ve gelir eşitsizliği nedeniyle okullar, giderek daha fazla sayıda çocuğun en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi gereken mekânlar hâline geliyor. Bu ihtiyaçlar karşılanmadığında okullar ne eğitim çıktılarıyla ilgili hedeflerini ne de çocuk koruma sistemindeki rollerini yerine getirebilir. Okul sosyal hizmet modeli kapsamında sosyal hizmet uzmanlarının istihdam edilmesi, ücretsiz ve sağlıklı okul yemeği uygulamasının dezavantajlı okullardan başlanarak yaygınlaştırılması ve okul rehberlik hizmetleri için rehber öğretmen sayısının artırılması gibi sosyal politikalara ihtiyaç duyulmaya devam ediyor.
Mevcut bütçe; ücretsiz ders kitabı, taşıma desteği ve taşımalı eğitim kapsamında verilen öğle yemeği gibi önemli araçları içerse de derinleşen yoksulluk nedeniyle bu araçların ölçeği ve kapsamı yetersiz kalıyor. Bu araçlara karşın çocuk yoksulluğunun artması, başka mekanizmalara da ihtiyaç olduğunu gösteriyor. MEB bütçesinde bu harcamalarla ilgili iki temel kaynak bulunuyor; bunların önceki yıla göre değişimine bakıldığında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu %20,1, MEB bütçesindeki cari transfer harcamaları ise %23,0 oranında artacak. Ancak, enflasyon tahminleri ve son bir yılda gerçekleşen enflasyon oranları dikkate alındığında sosyal desteklerin etkisinin büyük ölçüde fiyat hareketlerine bağımlı olduğu görülüyor. Sosyoekonomik durumun eğitime etkilerinin sınırlandırılması için sosyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesi ve ihtiyaçlara dönük olarak çeşitlendirilmesi önceliklendirilmelidir.
Çocuğun iyi olma hâlinin ve eğitim çıktılarının iyileştirilmesi için diğer bakanlıkların bütçeleri önemlidir
Eğitim bütçesini, yalnızca MEB’e ayrılan ödenek üzerinden değil, bütçenin genel yapısı içinde de değerlendirmek gerekiyor. Çocuğun iyi olma hâli, eğitim için önemli bir gündem olsa da buna yönelik müdahaleler MEB’in diğer bakanlıklarla da koordineli olarak çalışmasını gerektiriyor. Benzer şekilde Türkiye’de eğitim çıktıları yüksek oranda öğrencilerin sosyoekonomik durumuyla ilişkili olduğu için eğitim politikaları dışında da sosyal politika müdahalelerine ihtiyaç vardır. Bu bağlamda MEB dışında, bu alanlara yönelik çalışan bakanlıkların bütçesinin de yakından izlenmesi önemlidir. Bir bakanlığın bütçesi artarken diğerlerinin azalması toplam etkilerin sınırlı olmasına neden olabilir. Bunun önlenmesi için çocuğun iyi olma hâline yönelik çalışan kamu programlarının birbiriyle kaynak rekabetine girmemesi, bunların yararlanacağı toplam kaynağın artırılması gerekiyor. Bu noktada önemli bir konu vergilerdir. Eğitimde fırsat eşitliğini güçlendirmeyi hedefleyen politikaların başarıya ulaşması için yalnızca MEB bütçesinin değil, sosyal koruma harcamalarının ve vergi adaletinin de birlikte ele alınması gerekiyor.
Sonuç olarak, çocukların iyi olma hâlini önceleyen, öğretmenlerin mesleki güvencesi ile yetkinliğini destekleyen, okulların fiziki altyapısını ve günlük işleyişini güvence altına alan bir bütçe yaklaşımı, MEB 2026 bütçesinin temel hedefi olmalıdır. Bunun için hem eğitim bütçesinin kendi yapısı hem de diğer sosyal politika harcamalarıyla bağlantılı olarak merkezi bütçe içindeki payı yeniden düşünülmelidir. Bugün eğitime yapılmayan her yatırımın, çocukların iyi olma hâlini güçlendirecek imkânların ertelenmesi anlamına geldiği unutulmamalıdır. Sağlıklı, güvenli, nitelikli ve destekleyici öğrenme ortamlarına erişim, yalnızca çocuğun bireysel gelişimini değil toplumun gelecekteki üretkenliğini, vergi kapasitesini ve refah düzeyini de doğrudan etkiliyor. MEB 2026 bütçesi, mevcut hizmetlerin sürdürülmesine odaklandığı kadar, çocukların iyi olma hâlini güçlendirecek daha kapsamlı bir yatırım anlayışı içermelidir.
Bu İçerikler İlginizi Çekebilir



