Çalışmalar

Yayınlar

Yazılar

Videolar

Projeler

ERG Sözlük

Haberler

Duyurular

Açıklamalar

Röportajlar

E-Bültenler

Kurumsal

Hakkımızda

Ekip

Yönetim Kurulu

Faaliyet Raporları

Basın

Daha Fazla...

Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors
Yazı
Projeler
Haberler
Yayınlar
Videolar
Kategori
2009
2010
2011
2012
Arka Plan
Çalışmalar
Dünyadaşlık Yazıları
Eğitimde Din ve İnanç Özgürlüğü
ERG Blog
Etraflıca
Özel Sayfalar
Türkiye'de Koronavirüsün Eğitime Etkileri
Uzun Hikâye
Yayınlar

“Sıcak Bir Yuva” ile Yalnızlık Arasında: Çocukların Gözünden Okul

Umay Aktaş Salman
Okul sadece akademik becerilerin kazandırıldığı bir mekân değil. Okul, sosyal duygusal öğrenmenin gerçekleştiği, çocukların sosyalleştiği, korunduğu, birey olmayı ve toplumsal yaşamı tecrübe ettikleri bir mekân olma potansiyeli taşıyor. Peki, çocuklar okulu nasıl deneyimliyor? İşte çocukların gözünden okul ve ihtiyaçlar.

Okul bir arkadaş gibi.”

Sıkıcı bir yer.”

Sıcak bir yuva gibi”

Okul, sosyalleşme yeri.”

Hem sosyalleşme hem öğrenme yeri”

Okul annem gibi; hem öğretiyor hem koruyor”

Okul psikolojik refah alanı benim için.”

Yalnız hissettiğim bir yer.”

Okul bir deniz gibi, sakin ve güneşli olduğunda güzel, fırtına çıktığında berbat.”

Benzetmeleri ve tanımlamaları çoğaltmak mümkün. Farklı yaş gruplarından çocuklar okulu böyle tanımlıyor. 

Çocuğun yaşam kalitesini, öznel iyi olma hâlini ve memnuniyetini ön plana alan, yapabilirliklerini artırmayı hedefleyen çocuğun iyi olma hâlinin en önemli parçalarından biri eğitim deneyimi. Bu deneyimin yaşandığı ortam olan okul ise akademik becerilerin kazandırıldığı bir mekân olmanın ötesinde, sosyal duygusal öğrenmenin gerçekleştiği, çocukların sosyalleştiği, oyun oynadıkları, korunduğu, ihtiyaç duydukları yardımı alabildikleri, birey olmayı ve toplumsal yaşamı tecrübe ettikleri bir mekân olma potansiyeli taşıyor. Peki, çocuklar okulu nasıl tanımlıyor ve deneyimliyor?

Çocuğun İyi Olma Hâli

Çocuğun iyi olma hali, çocuğun yaşam kalitesini, öznel iyi olma halini ve memnuniyetini ön plana alan ve yapabilirliklerini artırmayı hedefleyen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım sağlık, maddi durum, eğitim, ev ve çevre koşulları, ilişkiler gibi alanlarda çocuğun iyi olmasını hedefler, çocuğun refahına ve gelişmesine bütünsel olarak yaklaşır.

Kaynak:

Uzun Hikâye’nin bu bölümünde, farklı sosyoekonomik arka planlardan ve farklı okul türlerinden, 8-18 yaş aralığındaki 26 çocukla, zamanlarının önemli bir bölümünü geçirdikleri okulu konuştuk. Onların gözünden okulu anlattık. İstanbul’un Fatih, Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa, Bahçelievler, Beşiktaş, Şişli ve Sarıyer ilçeleri ile Kırklareli’nin Lüleburgaz ilçesindeki okullarda eğitim alan çocukların her birinin deneyimi kendine özgü. Çocukların sosyoekonomik arka planları, okulların fiziksel ve akademik imkânları, öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişkilerin niteliği, öğrencilerin birbiriyle olan ilişkileri, okulda yapılan sosyal etkinlikler gibi pek çok değişken, eğitim deneyimini etkiliyor. Ancak, hangi yaş grubundan hangi okul türünden çocukla konuşursanız konuşun, değişmeyen, ortak hisler ve sorunlar da var. Çocukların sorun olarak bahsettiği konuların başında akran zorbalığı, okullarda alınan kararlarda, yapılan düzenlemelerde çocuk katılımının yetersizliği ve spor, sosyal etkinliklerin kısıtlılığı geliyor. 

Görüşme yaptığımız çocukların pek çoğu okulu sosyalleşme yeri olarak tanımlıyor. Bu çocuklar için sorunlar ya da eksikler olsa da, okul, var olabildikleri, kendilerine ait bir mekân. Kimi çocuklar içinse tam tersi. Burada okulun imkân ve olanaklarından ziyade arkadaşlarla ve öğretmenlerle kurulan ilişkiler çok belirleyici, çocukların okula aidiyet duygularında önemli bir role sahip. “Okulda değişmesini istediğin ilk şey nedir?”, “Okulda değişmesini istemediğin ilk şey nedir?” iki farklı soru. Ancak bu iki farklı sorunun, olumlu deneyime sahip çocuklar için de olumsuz deneyime sahip çocuklar için de cevabı aynı. Değişmesi istenmeyen de istenen de arkadaşlar ve öğretmenler.

Öğrenci öğretmen ilişkileri: Koruyor mu, yoruyor mu?

Olumlu deneyimlerini aktaran çocukların anlattıkları öğretmen-öğrenci ilişkisinin, çocuğun iyi olma hâline etkisinin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Öte yandan, çocukların deneyimleri okulun öğrenme mekânının çok ötesindeki anlamını da ortaya koyuyor.

Anadolu lisesinde 9. sınıf öğrencisi olan M.G., ilkokula başladığı günden bu yana okulu sevdiğini anlatıyor:

Okula gitmeyi seviyorum; arkadaşlarım, öğretmenlerim var. Dersler sıkıcı ama eğlenceli hâle getirmek için öğretmenlerimiz de çabalıyor. Konuşarak, soru sorarak dersleri daha keyifli hâle getiriyoruz.”

Özel bir lisede 10. sınıf öğrencisi olan M.E. de “Okulu seven biriyim. Hem öğrendiğim hem de sosyalleştiğim bir yer. Okullarda öğretmenler çok ilgili olmalı. Okulumuzda öğretmenler öğrencilerle çok ilgili. Bir sorun yaşadığımızda da çok yardımcı oluyorlar. Öğrenciyi asıl kabuğundan çıkaran aile değilse öğretmenleri oluyor. İlgi gösterdiği şeyleri verimli şekilde yapmaya başlıyor, öğretmenin ilgisiyle denemeye çalışıyor. Öğretmen çocuğun hayatında çok önemli bence…diye konuşuyor. 

Anadolu Lisesi 9. sınıf öğrencisi Y.C.Ş. ise okulu ikinci ailesi olarak tarif ediyor:

Hayatımızın çoğunu okulda öğretmenlerle geçiriyoruz. Öğretmenlerle güzel bir ilişkim var. Lisede öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişkilerden çok memnun kaldım. Ortaokulda böyle güzel bir ilişki ve saygı görmemiştim. Evde ailen kadarsın ama okulda farklı insanlar, farklı bakış açıları, farklı dünyalar var.

Meslek lisesi 11. sınıf öğrencisi E.K. de okulda mutlu olduğunu söylüyor:

Öğretmenler bizi mesleğimize teşvik ediyorlar. Güzel bir şekilde öğretiyorlar, anlatıyorlar. Yani her günüm çok mutlu geçiyor.”

4. sınıf öğrencisi B.A. “Öğretmenimiz çok iyi. Hepimizi destekliyor. ‘Sana güveniyorum, sen yapabilirsin, başarabilirsin’ diyor. Duygularımızı öğretmenimizle paylaşabiliyoruz. O da bizimle paylaşıyor. Okul olmasa diğer insanlar nasıl yaşıyor, neler hissediyor bilemezdim. Farklı duyguları göremez ve öğrenemezdim” diye konuşuyor. 

Öğrenci öğretmen ilişkisi kuvvetli olmadığında ise öğrencilerin deneyimleri değişiyor. 

Anadolu Lisesi 11. sınıf öğrencisi F.K. okul dışında sosyal ve girişken biri olmasına karşın okulda bunu öğretmenlerine gösterme, anlatma şansı olmadığını söylüyor:

Okul dışında çeşitli projelere katılan, benden küçük çocuklara atölyeler yapan biriyim. İçime kapanık biri değilimdir. Ancak öğretmenlerime bu yönümü gösteremedim bile. Onların tek ilgilendiği ne giydiğim, tırnağımın boyu… Öğretmenler benim yetenek ve ilgi alanlarımla ilgilenmediler. Dayatmalarla karşılaştıkça öğretmenlerden uzaklaştım. Böyle olunca da okula giderken yaşadığım stres artıyor.”

Meslek lisesi 12. sınıf öğrencisi U.B.K. okulda bazı öğretmenlerin öğrencilere yaklaşımının değişmesini çok istediğini söyleyerek “Stajda çok yorulmuştum. Derste uyumuşum. Öğretmen tarafından kafama yediğim yumrukla uyandırıldım. ‘Bana böyle vuramazsınız’ dedim, üzerime yürüdü öğretmenim, o sırada zil çaldı. İdare, öğretmeni uyarmak yerine bana ‘Sen sadece sınavlara gel’ dedi. Bu bir öğrenciye nasıl söylenebilir? Okuldaki tüm öğretmenlerin, öğrencinin kalbine dokunmayı bilen öğretmenler olmasını çok isterdimdiye konuşuyor. 

Öğrencilerin deneyimleri öğretmenle kurulan olumlu ilişkinin, çocuğun okulda mutlu olmasını doğrudan etkilediğini, tersi olduğunda ise çocuğun okulla bağını zayıflattığını gösteriyor. 

Akran zorbalığı çok yaygın

Öğrenci – öğretmen ilişkisi kadar önemli olan bir diğer konu da öğrencilerin birbirleriyle olan ilişkileri. Okullarda akran zorbalığı oldukça yaygın. Araştırmalar da bunu gösteriyor. Türkiye’de Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2022’ye katılan 15 yaş grubundaki öğrencilerin yüzde 27’si zorbalık içeren davranışlardan herhangi birine uğradığını söylüyor. En sık yaşadıklarını bildirdikleri zorbalık deneyimleri sözel (dalga geçme, isim takma, tehdit vb.) ve ilişkisel zorbalık (dışlama, dedikodu çıkarma, iftira atma vb.). Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması’nın (TIMSS) 2023 sonuçlarına göre ise, araştırmaya katılan 4. sınıfların yüzde 15’i, 8. sınıfların yüzde 14’ü haftada bir akran zorbalığına maruz kaldığını söylüyor. 

Görüşme yaptığımız çocuklar da akran zorbalığının yaygın olduğunu anlatıyor. Kimi zorbalığa maruz kalmış kimi zorbalığın tanığı. 

“Güzel olacaksın…”

Özel bir okulda 10. sınıf öğrencisi olan M.E. zorbalığa uğramadığını, ama okulda zorbalığın çok yaygın olduğunu söylüyor. Anlattıkları, sosyal medyadaki güzellik algısının okulda nasıl zorbalığa dönüştüğünü göstermesi açısından çarpıcı:

Zorbalık kaynıyor okul. Paran olacak, göze batacak bir çirkinliğin olmayacak, güzel olacaksın… Bunları sağlıyorsan popüler oluyorsun. Sadece bizim sınıfta değil, okulda bakımına ve güzelliğine aşırı önem vermeyen tayfa sürekli zorbalık görüyor. Birinin saçıyla, diğerin kalçalarıyla dalga geçiliyor. Zorbalık, siber zorbalık üzerine konferanslar da yapılıyor ama bir işe yaramıyor. Güzellik dediğin şey, her şey. Ben de önem veriyorum güzel olmaya, arkadaşlarımın bakımlı insanlar olmasına ama birine bakımsız diye zorbalık yapmam. Özellikle sosyal medyada durmadan çok güzel, yakışıklı insanlar görüyoruz. Her gördüğünde ‘ben de böyle olacağım şimdi ve büyüyünce’ diyor insan.” 

Meslek lisesi 9. sınıf öğrencisi E.A.S. sınıfta da okulda da zorbalık yaşandığını anlatıyor:

Hem fiziksel hem de sözlü zorbalık oluyor. Durup dururken oluyor. Mesela kız sadece oturuyor diğeri gelip onu zorbalamaya başlıyor. Çok zayıfsa ‘zargana’ diyor. Bir arkadaşımız var, üzülünce, morali bozulunca ağlıyor. Çok ağlıyor diye sürekli dalga geçiliyor.”

Meslek Lisesi 10. sınıf öğrencisi U.A.D. de isim takma, aşağılama, dalga geçmenin çok yaşandığını söylüyor.

“Zorbalık afiş asmakla çözülmüyor”

Anadolu lisesi 11. sınıf öğrencisi olan Ş.K. de isim takma, dalga geçme gibi zorbalıkların yanı sıra çevrimiçi gruplardan dışlama yoluyla da zorbalık yapıldığını anlatıyor:

Öğretmenlerin görebildiğinden de fazla bence akran zorbalığı ve afiş asmakla çözülebilecek bir şey değil. Ben yaşadığımda bunun üstesinden gelebilecek durumdayım ya da şahit olduğumda zorbalığın önüne geçebilecek güçteyim, bilinçteyim ama herkes böyle değil. Öğretmenlere iletildiğinde de yeterli olmuyor. Çözüme dair bir geri dönüş olmuyor genellikle. Zorbalığa uğrayan ve zorbalık yapan kişiler birlikte çağırılıp ‘hadi özür dile’ deniyor ama zorbalık tekrar ediyor. Her okulun sosyal yapısı da farklı. Okul özelinde çözüm üretmek gerekiyor bence.”

Ortaokul ve ilkokul öğrencileri için zorbalığı ayırt etmek ve baş etmek daha zorlaşabiliyor. Bazıları öğretmenlerinin desteğiyle sorunu çözmüş bazıları ise uğradığı zorbalığı kabullenmiş. 

4. sınıf öğrencisi B.A. yaşadığı deneyimi şöyle aktarıyor:

1 ve 2. sınıfta beni döven bir çocuk vardı. Hiç sesimi çıkaramıyordum. Annem sırtımın morardığını görünce öğretmenime söylemiş. O da çocukla konuştu, bana destek oldu. Ben çok zayıf kalpliydim. Biri sadece bir şey söylese bile üzülüp gider ağlardım. Korktuğumu belli edersem, sessiz kalırsam daha çok üstüme geleceklerini anladım. ‘Bana bunu yapamazsın’ diye ses çıkarmaya başladım. Artık kimse bana zorbalık yapamıyor. Başkalarına yapılınca de ben engel oluyorum.” 

4. sınıf öğrencisi olan E.A. boyu kısa olduğu için kendisiyle sürekli dalga geçtiklerini anlatıyor:

Hep yaptıkları bir şey. Ne yapayım, alıştım.” 

Başka bir okuldaki 7. sınıfa öğrencisi E.A. ise “Bir çocuk var, herkesi merdivenden itiyor. Bana da vurdu. Başka çocuklar var, onlar da okuldakileri tehdit ediyorlar. Haraç almak istiyorlar” diye anlatıyor tanık olduğu zorbalığı.

“Heceleyerek okuduğum için dalga geçiyorlar”

6. sınıf öğrencisi D.T. okuma yazmada hâlâ sıkıntı yaşıyor. Okula devamsızlığı da yüksek olan bir öğrenci. Teneffüslerde tek başına oturduğunu, okurken hecelediği için arkadaşlarının kendisiyle dalga geçtiğini anlatıyor:

Okuyamadığım için dalga geçiyorlar. Ayrımcılık yapıyorlar bana karşı. Öğretmenler biliyor ama çok müdahale etmiyorlar. Bir öğretmenimiz öğrenci listesinden isim seçip kitaptan parça okutuyor. Beni her seçtiğinde kalbim küt küt atıyor. Çok kötü oluyorum. ‘Tuvalete gidebilir miyim’ diyorum. Gidip döndüğümde başka birine geçmiş oluyor sıra. Rahat bir nefes alıyorum.” 

Aynı okulun 7. sınıfında okuyan M.A. da sık sık devamsızlık yapan öğrencilerden. Sınıfta sadece bir arkadaşının olduğunu anlatan M.A. yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

Sınıftakiler gruplaşıyorlar. Sınıftakilerle ve öğretmenlerle pek iletişimim yok. Parmak kaldırmaya, tahtaya kalkmaya utanıyorum. ‘Ya bilemezsem, dalga geçerlerse, alay ederlerse ve sinir bozulursa’ diye korkuyorum. Bu herkesin gördüğü ama çözüm bulunamayan bir şey. Zaten okula devamsızlığım da çok. Çözüleceğini pek sanmıyorum. Sınıf arkadaşlarımın değişmesini isterdim.” 

Akran zorbalığını önlemede ebeveynlerin ve okulun önemli bir rolü var. Çocukların anlattıkları, öğretmenlerin desteğinin, dönüştürücü tavrının önemini gösteriyor.

Eğitim ortamları öğrencilerin deneyimini nasıl etkiliyor? 

Öğrencilerin deneyimlerini okul içindeki ilişkilerin yanı sıra okulun imkânları da etkiliyor. Görüşme yaptığımız çocukların anlattıkları, okullardaki imkân farklılıklarını gösterirken, bazı okullar mekânların verimli ya da amacına uygun kullanılmadığını da gösteriyor. 

İkili eğitim yapan bir ilkokulda 3. sınıfa giden A.D. sınıfında 30 kişi olduğunu anlatıyor:

Okulumuzun bahçesi var ama geniş değil. Kütüphanemiz yok, bilgisayar odamız yok, spor salonumuz da yok. Konferans salonumuz var. Etkinlikler oluyor. Tiyatro oluyor 100 TL’ye. Keşke 40 TL olsa.”

“Okulda her yer sınıf”

Başka bir ilçedeki ikili eğitim yapan bir okulda, 35 kişilik bir sınıfta eğitim alan 4. sınıf öğrencisi olan B.A. ise okulunu tarif ederken “her yer sınıf” diyor:

Müdürün odasının orada kitapların olduğu raflarımız var. Kitap alıyoruz ama oturup okuyacağımız, ders çalışacağımız bir kütüphane yok. Beden dersini bahçede yapıyoruz, hava kötü olunca yapamıyoruz.”

Aynı okulun ortaokulunda olan 6. sınıf öğrencisi İ.E. de “Fen derslerinde deney yapabileceğimiz yerler olsaydı çok iyi olurdu. Sınıfta 36 kişiyiz. Çok konuşma da oluyor. Zor anlıyorum bazen dersleri. Sınıflar az kişi olsa daha iyi anlardım. Aşağı tarafta bir okul var, oranın öğle tatili varmış. Binada sadece tek bir okul varmış. Bizdeki gibi hem ilkokul hem ortaokul değil. Yemekhanesi de varmış, ne güzel” diye konuşuyor. 

Tam gün eğitim yapan bir ortaokulda 8. sınıf öğrencisi olan D.T. okulunun kapalı spor salonu, laboratuvarı ve büyük bir bahçesi olduğunu söylüyor. Bir tek kütüphanenin yeterli olmadığını, onun da çoğu zaman kapalı olduğunu, temizlik malzemeleri koymak için kullanıldığını anlatıyor. 

Anadolu lisesi 11. sınıf öğrencisi F.K. yeterli olmayan okul bahçesinin bir de otopark olarak kullanıldığını söylüyor:

Bahçemiz yeterli değil. Öğretmenlerin, idarecilerin arabaları bahçesinin yarısını dolduruyor. Spor salonu yokken bahçenin de otoparka dönmesi… Çok iyi bir müdür geldi de, bu sene işler değişti. Bahçe kullanılabiliyor. Laboratuvarlarımız aktif değil. Bu sene iki kere indim kimya laboratuvarına. Kütüphanemiz var, aktif kullanılmasa da var. Bugün sınıfta 20 kişiydik, normalde 30 kişiyiz. Az olunca o kadar güzel anladım ki konuları. Daha aktif olabildim derste.” 

Başka bir Anadolu lisesinde 11. sınıfta okuyan Ş.K. ise okullarının aktif olarak kullandıkları bir kütüphanesi olduğunu anlatıyor:

Yeni bir müdür geldi, bilgisayar sınıfı kurduruyor şu an. Konferans salonumuzu da çok aktif kullanıyoruz. Orada etkinlikler düzenliyoruz. Farklı konuşmacılar çağırıyoruz.”

Anadolu lisesinde 9. sınıf öğrencisi olan Y.C.Ş. “Okulumuzun kütüphanesi, arşivi, stüdyosu bile var. Okul içinde çok güzel şeyler yapıyoruz”  diye konuşuyor. 

Hem kütüphane hem depo 

7. sınıf öğrencisi olan E.A. da “Laboratuvar varmış. Biz hiç görmedik ama fen hocamız anlatıyor. Bir tane çocuk oraya zarar vermiş, sonra kapatılmış. Bilişim sınıfımız vardı, artık kapalı. Derslerden geri olanlar bilişim odasında ders görüyor. Kütüphanemiz var. Bazen depo gibi kulanılıyor, kitap alabiliyoruz ama orada çalışamıyoruz” şeklinde konuşuyor. 

Okulda ikili eğitim ya da tam gün eğitim yapılması, sınıf mevcutları çocukların eğitim deneyiminde önemli bir yere sahip. Ayrıca spor salonu, kütüphane, laboratuvar gibi alanlar, derslerin daha verimli işlenmesi ve çocukların bireysel gelişimlerinin ders dışında da desteklenmesi için çok önemli. 

Ekonomik kriz ve okul kantinleri

Derslik, laboratuvar, kütüphane, okul bahçesi, spor salonu dışında eğitim ortamları içinde çocukların değindiği iki alan daha var: Kantin ve tuvaletler. Tuvaletlerin düzgün temizlenmediğini söyleyen de var, kullanımdan kaynaklı sorunlar nedeniyle sürekli pis olduğunu söyleyen de. Öğrencilerin deneyimlerine göre tuvaletlerde aynı anda hem tuvalet kağıdı hem de sabun bulmak zor. Öğrencilerden bazıları istediklerinde tuvalet kağıdı verildiğini, bazıları ise tuvalet kağıtları ıslatıldığı, kullanılmadan çöpe atıldığı için koyulmadığını söylüyor. Tuvalet kapılarının kırık olmasından şikayetçi olan da var, liselerinde oğlanlar tuvaletinde sigara içildiği için ders sırasında kilitlendiğini, sıvı sabunların içine izmarit atıldığını anlatan da.

Hangi kademe ve okul türü olursa olsun öğrencilerin ortaklaştığı noktalardan biri de okul kantinlerindeki pahalılık. Görüşme yaptığımız öğrencilerin çoğu, “Okulda nasıl besleniyorsun?” sorusuna kantin fiyatlarını sıralayarak yanıt vermeye başlıyor. 26 öğrenciden ikisinin okulunda yemekhane var ve ücretli olarak yemek servisi yapılıyor. İki öğrenci de Sulukule Gönüllüleri Derneği’nin ücretsiz beslenme desteğinden faydalanıyordu. Geriye kalan 20 öğrenci ise yemeklerini çoğunlukla evden getirdiklerini anlattı. 

“Bence okula pahalı yiyecekler getirilmemeli”

4. sınıf öğrencisi B.A yanlarında getirdikleri yemeklere göre bir öğrencinin maddi durumunun anlaşılabildiğini söylüyor:

Günlük 10 TL harçlığım var. Kantinde minik bir şeker bile 10 TL, su 10 TL. Tost 50 TL. Çok pahalı yani. Annem yanıma sandviç yapıyor. Durumu çok iyi olanlar pizza, hamburger gibi şeyler getiriyor. Çok iyi olmayanlar, peynirli ekmek. Bence okula pahalı yiyecekler getirilmemeli. Eşitsizlik oluyor çok iyi şeyler getiren olunca.”

Yemeğini Sulukule Gönüllüleri Derneği’nin desteğiyle ücretsiz alabilen 7. sınıf öğrencisi E.A. bu desteğin önemini şöyle anlatıyor:

Derneğimiz sayesinde yemeğimi okulun beşinci derslerinde kantinden teslim alıyorum ücretsiz olarak. Ücretsiz yemek olmadan önce bir poğaça, bir meyve suyu bile çok pahalı oluyordu. Kardeşim de var. İki kişinin yemeği çok pahalı oluyordu. Düzenli bir harçlığım yok, ihtiyacım olduğunda veriyorlar. Yemeğimi ücretsiz aldığım için harçlığım olduğunda da bir tane çikolata ya da su alıyorum bazen kantinden.” 

8. sınıf öğrencisi D.T. “Sabah çok erken yola çıkıyorum, kahvaltı ve öğle yemeğimi yanıma alıyorum. Kantin bu sene aşırı zamlandı. Bir tost yesem 60 TL, bir meyve suyu 15-20 TL. Her gün verilemez” diyor. 

“Kantinden beslenmek sağlıklı değil”

Anadolu lisesi 11. sınıf Ş.K. annesinin yanına fazla porsiyon koyduğunu ve arkadaşlarıyla paylaştığını anlatıyor:

Okula gitmek bir saat sürüyor. Erken çıktığım için kahvaltımı da, öğle yemeğimi de yanıma alıyorum. Hem kahvaltıyı hem öğle yemeğini kantinden yemek çok büyük masraf olur. Zaten kantindeki şeyler de hep zararlı. Sağlıklı değil. Bir kere yanıma koyamadık, kantinden aldım. Midem ağrıdı. Herkes genellikle yanında getiriyor. Evden getirmekte bile zorlanan arkadaşlar var. Annem genelde fazla fazla koyuyor, ikram ediyorum ben de.”

Meslek lisesi 10. sınıf öğrencisi U.A.D. yol parası da olduğu için yemeğini evden getirmesinin daha tasarruflu olduğunu anlatıyor:

Yemekhane var, ücretli. Ama ben yemekhaneden yemiyorum. Yanımda getiriyorum yemeğimi. Evden getirdiğimde çok tasarruflu oluyor ama evde yapmaya üşeniyorum bazen. O zaman kantinden alıyorum. Haftalığımı idare etmeye çalışıyorum, bazen de yemiyorum o yüzden. Evle okul arası çok uzak, üç araç değiştiriyorum. Sabahları pastaneden iki açma, bir meyve suyu alıyorum, öğlen de okuldan yersem ekmek arası bir şeyler 70 TL. Ayran 20 TL. Sabah aldıklarım da var, günlük 170 TL’yi buluyor. Bir de yol param var. Aylık abonman alıyorum. Her gün kantinden yiyerek bu parayı harcayamam.”

Anadolu Lisesi 9. sınıf öğrencisi M.G. de hem sabah hem öğlen okul kantininden yediğini anlatıyor:

Fast food tarzı… Yaklaşık 200 TL’yi buluyor.”

Aynı okuldan N.Ş “Kantinden yiyorum, bazen yanıma hazırlıyorum. Okulumuzun konumu çarşı içinde dışarıdan alanlar da çok. Dışarıya göre ucuz ama her gün kantinden yense yine de masraflı. Düzenli bir harçlığım yok” diye konuşuyor. 

Öğrencilerin okuldaki beslenme deneyimleri, ücretsiz okul yemeğinin önemini bir kere daha gösteriyor. PISA 2022’ye Türkiye’den katılan çocukların yüzde 19,2’si, yani neredeyse beş öğrenciden biri, parası olmadığı için haftada en az bir kez yemek yemediklerini söylüyor. “Okul yemeği hemen şimdi” başlıklı yazıda Özgenur Korlu “Çocuklar sağlıklı ve yeterli gıdaya erişemediklerinde, sağlık problemleri ve gelişimsel bozukluklar yaşama ihtimalleri artıyor. Yetersiz beslenmesi, çocuğun okul için hazırbulunuşluğunu, akademik performansını ve okula devamını da etkiliyor. Bu sorunların görülmesini engellemek için dünyada en yaygın şekilde kullanılan müdahale programı okul yemeği” diyordu. 

Sosyal etkinlikler: İstek değil ihtiyaç

Hangi kademede olursa olsun çocukların ortak talebi, okullarda daha fazla sosyal etkinlik yapılması ve spor faaliyetlerinin artması. 

Millî Eğitim Bakanlığı 2024 yılı İdare Faaliyet Raporu, en az bir sosyal etkinliğe katılan öğrenci oranlarlarının ilkokuldan ortaöğretime doğru keskin bir şekilde düştüğünü gösteriyor. Rapora göre, ilkokulda en az bir sosyal etkinliğe katılan öğrenci oranı yüzde 91,89 iken ortaokulda bu oran 89,91’e, lisede ise yüzde 71,48’e düşüyor. Mesleki ortaöğretimde ve din öğretimi ağırlıklı ortaöğretimde bu oran daha da düşerek sırasıyla yüzde 63,79 ve yüzde 68,52 oluyor. 

Kuşkusuz bu oranları etkileyen pek çok etken var: Okulun fiziki imkânları, sosyal etkinlikleri hayata geçirebilme kapasitesi, sınav odaklı eğitim sistemi…

Derslik dışında alanları olan okullarda, öğrencilerin kendi ilgilerini ve yeteneklerini keşfetmeleri için daha fazla şansı var. Görüşme yaptığımız çocukların okullarında yapılan sosyal etkinlikler ve çeşitli projeler okuldan okula değişiyor. Öğrencilere göre, bu çalışmaların hayata geçmesi, en çok öğretmenler ile okul yönetiminin motivasyonuna ve desteğine bağlı.

Anadolu lisesi 10. sınıf öğrencisi N.Ş.’nin anlattıkları, gençlerin kendi ilgilerini ve yeteneklerini keşfetmelerinde, okullardaki sosyal etkinliklerin önemini açıkça gösteriyor:

Bana göre okulda gerekli her şey var. Spor salonu, masa tenisi, voleybol, basketbol alanları, müzik ve resim odası… Liseye başlamadan ilgi alanım yoktu, okula geldiğimde ‘bir müzik aleti çalsam mı?’ dedim, bir yıldır gitar çalıyorum. Okulun müzik odası var, müzik öğretmeni destekliyor. Müzik grubu da var. Kulüp olarak da meslek tanıtım kulübünü seçtim. Meslekleri öğrenmek istedim. Yakın zamanda seçtiğim bir meslek sahibiyle röportaj yapacağım. Daha sık kulüplerde toplansak daha da iyi olur. Öğretmenler kulüplerin daha aktif çalışması için itici güç oluyor.”

“Sadece ders olması çok yorucu” 

Aynı okulun 9. sınıfında olan M.G. ise “Bilim ve felsefe, sanat kulübü çok güzel çalışmalar oluyor. Spor faaliyetleri oluyor ama spor ve sanat daha da artabilir. Sadece ders olması çok yorucu. Kulüplerdeki faaliyetler çok önemli çünkü beden dersi olmasa kendimizi rahatlatabileceğimiz ders yok.

7. sınıf öğrencisi M.B. de “Okulu seviyorum ama sıkıldığım zamanlar oluyor. Hep ders işlediğimiz zaman sıkılıyorum. Arada satranç ya da başka oyunlar falan da oynamıyoruz. Ondan sıkıcı oluyor” diyor. 

“Kendimizi ifade edeceğimiz alanlarımız var”

Anadolu lisesinde 9. sınıfta olan Y.C.Ş. okulda kendilerini ifade etmek için yeterli alanları olduğunu düşünüyor:

Okulda kulüplerimiz var. Tiyatro kulübümüz var. Hatta ben tiyatro kulübünün başkanıyım. Hocalarımız çok destek oluyor. Münazara, akıl oyunları, müzik kulüplerimiz var. Voleybol takımında oynuyorum aynı zamanda. Aylık dergi de çıkarıyoruz. Kendimizi ifade edebileceğimiz çalışmalarımız var yani.”

11. sınıfta okuyan E.K. de “Edebiyat, çevre, mesleki tanıtım kulübü var. Kulüpler bizim sosyalleşmemizi daha da artırıyor. Diğer sınıflardaki kişilerle toplanıp kulüp adına bir şeyler yapıyoruz. Okulda etkinlikler yapılıyor. 12.sınıfta da üniversiteleri geziyoruz, etkinlik olarak” diye anlatıyor. 

“Sosyal etkinlikler okula aidiyetimizi artırıyor”

Başka bir okulun 11. sınıfındaki Ş.K. ise okulda yapılan etkinliklerin, öğrencilerin kendi ilgilerini ve yeteneklerini keşfetmelerinin yanı sıra okula aidiyetleri açısından da önemli olduğuna değiniyor:

Özellikle 10. sınıfın ikinci döneminden itibaren okula daha ait hissediyorum kendimi. Buraya ait hissetmem için buraya bir şeyler katmam da lazım diye düşündüm. Okuldaki projelere katılıyorum. Artık okulda kendimi daha mutlu hissediyorum. Ben şanslıyım, okul müdürü sosyal anlamda da okulu destekleyen biri. Kısıtlamalar tabii ki var ama yine de okulda öğrencilerin aktif olmasına izin veriliyor. Bazı kulüpler çok fazla aktifken bazı kulüplerde hiç aktif değil. Mesela fotoğrafçılık kulübündeydim çok fazla bir aktiflik yok. Bence kulübün başındaki öğretmenin isteğine ve desteğine de çok bağlı. Münazara kulübünün öğretmeni okulda münazara düzenledi. Kulüpte olmamama rağmen ben de katıldım. Okulda bir şey yapabildiğin sürece kendini oraya ait hissediyorsun. Sosyal etkinliklere katılmayan arkadaşlar kendini geri planına atan arkadaşlar. Tam tersi aktif olanlar ise kendini daha iyi ifade edenler. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada meslek edinmek yeterli değil artık. Mesleklerin yanı sıra yetenek ve becerilerimizin, meraklarımızın konuşulduğu bir dönemdeyiz. Ama okullar bunu ne kadar veriyor?

“Okul bana yeteneğimi keşfetme şansı da vermeli”

Meslek lisesinde 10. sınıf bilişim bölümü öğrencisi olan U.A.D, okullarda yapılan etkinliklerin çok önemli başka bir tarafına, fırsat eşitliği sağlayabileceğine değiniyor. Okul dışında ilgi ve yeteneklerini keşfedecek imkânı olmayanlar için okulun bu açıdan da önemli olduğunu anlatıyor: 

Mesela voleybol oynamayı çok seviyorum. Okul takımı kurulsun diye çok ısrar ettik. Kurulmadı. Herkes okul dışında spor kulübüne, herhangi bir alanda bir kursa gidemiyor. Okulda bu fırsatların olması önemli. Kiminin maddi durumu iyi olmayabilir, kiminin oturduğu ev uzak olabilir. Ama hemen hemen herkes okula gidiyor. Okulda bu fırsat sunulabilir, okul bunun için en iyi ortamlardan biri ama biz bunu düzgün kullanamıyoruz. Okulda kulüpler de var ama işlevsel değil. Senede iki kez toplanılıyor, çok da bir şey yapılmıyor hangi kulüp olursa olsun. Eğer istekli ve aktif öğretmen varsa bir kulübün başında o zaman çok etkin olabiliyor. Yani bir okulda bir etkinliğin yapılması öğretmene ve idarenin desteğine bağlı. Eğitim sistemi sadece derslere odaklı. Çocukların ne istediğine veya neye ilgisi olduğuna, neye ihtiyacı olduğuna odaklı değil. Okul bana yeteneğimi keşfetme şansı da vermeli.

6. sınıf öğrencisi M.Ö. bu yıl okul değiştirmiş. Daha önceki ortaokulunda spor turnuvaları düzenlendiğini söylüyor:

Satranç ve zekâ oyunları kulübü vardı. Burada bir şey yapılmıyor.” 

Aynı okuldaki İ.E. de “Hava soğuksa beden dersine bile çıkmıyoruz. Bazı okullarda görüyorum; alt katta kapalı spor salonları var, orada beden dersini hep yapıyorlar. En sevdiğimiz ders beden. Bedene çıkmak ve koşmak, oynamak istiyoruz” diye konuşuyor. 

Meslek lisesi 12. sınıf öğrencisi U.B.K.: “Okulda sosyal aktivitelere daha fazla yer verilmeli. Okul bizlerin kendimizi keşfetmemize pek olanak sağlamıyor. Şu dersten şu notu almalısın, şu üniversiteye yerleşmelisin… Hayat bundan mı ibaret? Eğitim sisteminde bu noktada bir açıklık var. Tüm öğrenciler bir noktada kendini geri çekiyor,. fikrini belirtemez hâle geliyorlar. Oturduğum semtte yaşıtlarımdan okulla ilişkisi iyi olmayanları görüyorum. Çeşitli suçların içindeler. Çekingen olan, fırsat verilmemiş, itilmiş öğrenciler. Eğitim sistemi kaybediyor onları, kazanamıyor.” 

“Bir ergenle çalışıyorsun ama onun psikolojisini düşünmüyorsun”

11. sınıf öğrencisi F.K. 9. sınıfa geldiğinde hayal kırıklığına uğradığını, aynı hayal kırıklığını başka öğrencilerin yaşamaması için kulüpleri aktif hâle getirmeye çalıştığını anlatıyor:

Okulumuzda büyük çaplı etkinlikler yok. Girişimcilik kulübünü seçtim ama aktif değildi. Girişimcilik kulübünü canlandırmaya başladım. ‘Yaparsam belki ilham olur’ dedim. Dört konuk ağırladık, üniversite kulüpleriyle işbirliği yaptık. Ben böyle yapınca edebiyat kulübü de daha aktif oldu, felsefe kulübü de, uzay ve havacılık kulübü de… Lisede yaptığımız etkinlikler, keşfettiğimiz alanlar mesleğimizi seçmekte etken. Bizi sınava hazırlıyorlar ama neye ilgimiz var bilmiyoruz, yol da göstermiyorlar, seçenek sunmuyorlar. Sınavı kazanmak için nasıl çalışacağımızı söylüyorlar sadece. Bizler için yapılan şey bizi düşünerek yapılmıyor. Bir ergen ve insanla uğraşıyorsun ama onun sosyal ihtiyaçlarını, psikolojisini düşünmüyorsun. Bu gözardı edilerek planlama yapılıyor. Öğrenciler için öğrenciler olmadan planlama yapıldığı için bu sorunlar ortaya çıkıyor…

Çocuk için, çocuk olmadan yapılan planlar…

Öğrenciler için öğrenciler olmadan planlama yapılıyor…”

Lise öğrencisi F.K.’nin söylediği bu cümle, eğitimin en önemli sorunlarından birini, okullarda kararlar alınırken, çalışmalar yapılırken çocuk ve genç katılımının yetersizliğini öyle güzel tarif ediyor ki… Oysa tüm çocukların görüşlerini serbestçe ifade etmesi, bu görüşlerin yetişkinler tarafından ciddiye alınması ve çocukların karar alma süreçlerinde etkin rol almaları anlamına gelen çocuğun katılım hakkı, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 12. Maddesi ile güvence altına alınıyor.

İlkokul 3. sınıf öğrencisi A.D. “Okulda karar alınırken hiç bizim fikrimiz sorulmuyor” diyor. 

8. sınıf öğrencisi. D.T. okulu sevmesine karşın görüşlerini ifade edebildiği bir yer olmadığını anlatıyor:

“Ne dersek diyelim bizim düşüncelerimiz önemli değil sanki. Öğretmenler hep haklı ve konuşmamıza alan yok, susun dediklerinde susmak zorundayız. Her şey saygısızlık olarak algılanıyor. Okul temsilcileri var, ben de onlardan biriyim ama hiçbir anlamı yok. Formalite. Bazı hocalar ve arkadaşlarım olmasa okulu bu kadar sever miydim bilmiyorum.”

6. sınıf öğrencisi İ.E. ise “Ders programları oluştururken bize de sorulabilir” diyor. 

“Ne hissettiğimiz değil ne olacağımızı soruyorlar”

11. sınıf öğrencisi Ş.K. çocukların okula ait hissedebilmeleri için katılım hakları olması gerektiğini anlatıyor: 

Okul bizim alanımız, ait hissetmek için bir şey katmamız gerekli. Bazı öğretmenlerimiz bize çok söz hakkı tanıyor, bizi de katıyor her işleyişe, bazıları hiç katmıyor. Bunun bir dengesi yok mu? Öğrenci meclisleri olmalı, aktif olmalı. Okulda da toplumda da bize bir şey sorulduğu, danışıldığı pek olmuyor. Bize sorulan tek şey ne biliyor musunuz? ‘Ne olacaksın, Ne okuyacaksın?’ Biz öğrencilerin istediği şey bize biraz alan tanınması, ne hissettiğimizi, neye ihtiyacımız olduğunun, neler istediğimizin sorulması. Okulda sadece başarılarımız konuşulmasın. ‘Hangi mesleği istiyorsun?’ ile ‘Hayatta ne istiyorsun?’ sorusu arasında büyük fark var. Biz hayallerimizden de bahsetmek istiyoruz. Sadece meslekler konuşulmasın. Meslekler konuşulduğunda da önümüze engeller konuyor. O olmaz, bunu yapamazsın…”

10. sınıf öğrencisi U.A.D. ise öğrencilerin okulu sevmesinin en basit yolunun onları her şeye dahil etmek olduğunu söylüyor. 

Başka bir okuldaki 10. sınıf öğrencisi N.Ş. okulda alınan her kararda öğrencilerin fikirlerinin sorulması gerektiğini vurguluyor:

Çok fazla fikrimiz sorulmuyor, dinlememiz isteniyor genelde. Toplumda da okulda da biz gençlerin hayata hazırlandığını hissetmesi, konuşması katılması lazım.”

10. sınıf öğrencisi M.E., okulla ilgili söz haklarının olması gerektiğini şöyle anlatıyor:

Sorsalar bize, derim ki, okul dediğin yer hem güvenli ve hem güzel bir uykuyla gittiğin bir yer olmalı. Okulun saatleri değişse, daha kısa olsa, din dersinde tüm dinler öğretilse mesela. Okulda yeni şeyler denemeli, ne yapmak istediğimizi bulmalıyız.”

Seçmeli değil “Seçtirmeli” dersler

Öğrenci katılımının dikkate alınmadığı konuların başında seçmeli dersler geliyor demek yanlış olmaz. Görüştüğümüz tüm öğrenciler seçmeli derslerini kendilerinin seçmediğini söylüyor. Seçmeli dersler aslında “zorunlu seçmeli” derslere dönüşüyor. Öğrencilerin deyişiyle ise “seçtirmeli dersler”. Çoğu, okulun kendilerine verdiği seçmeli ders formlarında zaten derslerin seçili geldiğini anlatırken kimi de seçse bile tercihinin hayata geçmediğini söylüyor. 

8. sınıf D.T. “Okul soruyor ama göz önüne almıyor” derken meslek lisesi 9. sınıf öğrencisi E.A.S. de dersleri kendisinin seçemediğini belirtiyor:

Metin tahlilleri ve adabı muaşeret seçmeli aldığım derslerden. Okula gittiğim an, dersler bunlar dediler.” 

8. sınıf öğrencisi E.A. de “Geçen senelerde beden gibi bir ders alıyorduk. Oyun oynuyorduk. Öğretmen gitti, bu sene yok o ders. Matematikle ilgili bir ders alıyorum, peygamberimizin hayatı ile ilgili bir ders var…. Biz seçmedik, okul seçmiş” diye konuşuyor. 

8. sınıf öğrencisi İ.E. dersleri kendi seçmediğini anlatıyor:

Seçmeli olarak ahlak ve yurttaşlık alıyorum, İngilizce alıyorum. Beşinci sınıfın sonuna doğru sordular. Formda işaretledik ama kafalarına göre verdiler.”

Meslek lisesinde 9. sınıf öğrencisi olan Ö.H.Y. de “Adabı muaşeret, metin tahlilleri, peygamberimizin hayatı seçmeli derslerini alıyorum. Seçmeli ders listesi de formu da görmedim. Okul direkt bunları verdi. Ortaokulda kendimiz seçebiliyorduk” diye konuşuyor. 

Anadolu lisesi 11. sınıf öğrencisi Ş.K. ortaokulda da lisede de seçmeli dersleri kendi seçemediğini söylüyor:

Seçmeli dersi kendimiz seçemiyoruz. Yani bize geliyorlar dönem sonunda ‘siz bunları bunları seçeceksiniz’ diyorlar. Okul zaten işaretli veriyor formu. Sadece oraya veli ismi soyismi, öğrenci ismi soyismi yazılıyor ve imza atılıyor. Bitti bu kadar”

“Seçmek zorundayız” 

Meslek lisesi 10. sınıf öğrencisi U.A.D de deneyimini şöyle anlatıyor:

Üç tane kategori var. Bir spor, bir dini derslerin olduğu kategori, bir kategori daha var… Şahsen dini dersleri çok istemiyorum. Bana kalsa dinle ilgili bir ders seçmem çünkü ailemden görüyorum, öğreniyorum dinimi. Kendim de araştırırım. Seçmek zorundayız ama. Hiçbir katkısı da yok. Hoca geliyor sınav sorularını veriyor zaten. Değerlendirilmemiş bir vakit olarak geçiyor yani.”

Anadolu Lisesi 9. sınıf öğrencisi Y.C.Ş. seçmeli derslerin, öğrencilerin ileride seçmek istediği alanlara göre değerlendirilmesinin anlamlı olacağını söylüyor: 

Öğretmen kadrosu seçmeli dersler için çok kısıtlı bana göre. Hiçbir okulda istediğinizi seçemezsiniz bence. Adabı muaşeret, demokrasi ve insan hakları aldığım derslerden.”

Başka bir Anadolu lisesinde 9. sınıf olan M.G. “Seçilecek derslerin işaretli olduğu kağıt veriyorlar direkt. Dersler de verimli geçmiyor” diye konuşuyor. 

Anadolu lisesi 11. sınıf öğrencisi F.K. da okul idaresinin cesaret kırıcı davrandığını da anlatıyor:

Astronomi ve uzay bilimleri almak istedim. İşaretledim ama alamadım. Müdür ‘sizin yaşınıza uygun değil, fiziğin daha ilerisi’ dedi. Daha önce adabı muaşeret falan aldım, öğretmen gelip coğrafya anlatıyordu. Sınav sorularını veriyordu sınavdan önce…”

Millî Eğitim Bakanlığı her yıl seçmeli derslerin belirlenmesinde öğrenci taleplerine öncelik verileceğini belirtse de görüşme yaptığımız çocukların seçmeli derslerle ilgili anlattıkları işleyişte öğrencilerin okul idareleri tarafından yönlendirildiğini ve kısıtlandığını gösteriyor

Aslında bu sorun uzun yıllardır da devam ediyor. Eğitim Reformu Girişimi’nin Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) ile dokuz yıl önce hazırladığı Çocukların Gözünden Okulda Yaşam Raporu’nda da çocukların seçmeli derslere ilişkin tercihlerinin sınırlandığı belirtilerek Seçmeli ders formunu doğrudan öğretmenlerin ve okul idarecilerin doldurduğunu belirten çocuklara rastlanıyor. Seçmeli ders formunu kendisinin doldurmuş olması da çocuğun istediği dersi almasını kesin olarak sağlamıyor; çocuklar bazı durumlarda seçimlerini sınırlı dersler arasından yapmak zorunda bırakılabiliyorlar” deniyordu.

Okul sadece akademik becerilerin kazandırıldığı bir mekân olmamalı 

Öğrenci öğretmen ilişkilerinden, eğitim ortamlarına, çocuk katılımından sosyal etkinliklere farklı yaşlardan ve okullardan çocuklar okulla ilgili deneyimlerini böyle ifade ediyor. Her çocuğun deneyimi farklılaşabilir ve deneyimleri çeşitlendirmek mümkün. Öte yandan, sınırlılıkları olsa da bu deneyimler bile ihtiyaçlara dair önemli ipuçları veriyor. Okulun akademik becerilerin kazandırılmasının ötesindeki potansiyelinin önemini tekrar tekrar hatırlatıyor. Çocukların iyi olma hâlinde büyük bir etkisi olan okul, çocukların sosyoekonomik arka planlarından bağımsız olarak, korunduğu, duygusal ve ruhsal iyi olma hallerinin desteklendiği, takip ve müdahale edildiği, sağlıklı gıdaya erişebildiği, sosyalleştiği, ilgi ve yeteneklerini keşfedebildiği bir özgürlük alanı olabilmeli. 

İşte bu sebeplerle okulu düşünürken, eğitim sisteminde değişiklikler planlanırken bu çerçeveden bakmak çok önemli. Okulu düşünürken olmazsa olmazsa ise 11. sınıf öğrencisi F.K.’nın söylediği gibi, “çocuk ve genç katılımı”: 

Okul, bizim için bir yerden sonra gitmemek için gün saydığımız bir yer değil, bizimle birlikte tasarlanmış bir yer olmalı. Okul, inşa edilişinden müfredata kadar bizimle birlikte tasarlanmadıkça bizden uzaklaşıyor. Bizlerle tasarlansa öğrenme tamamen değişir, farklı bir boyut alır.”

* Bu yazıda görüşleri yer alan çocuklara ve gençlere ulaşmamıza destek olan Sulukule Gönüllüleri Derneği, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), Hayal Gücü Merkezi ve Öğretmen Ağı Değişim Elçisi öğretmenlere teşekkür ederiz. 

Umay Aktaş Salman

Eğitim Reformu Girişimi Araştırmacısı ve Medya Koordinatörü

Bu İçerikler İlginizi Çekebilir
uzun_hikaye-e1721393907672
uzun-hikâye-depremin-birinci-yılında-hatayda-eğitimin-durumu
uzun-hikâye-tüm-varlıkları-gözeten-dünyalar-eğitim-yoluyla-nasıl-kurulabilir
1 2 3 4 8 9 10
Skip to content