“Okul nasıl?”
Bu soruya verilen cevap, okulun nasıl gittiğine dair de olabilir, okulun nasıl bir yer olması gerektiğine dair de. Her iki cevap da bizleri okulun potansiyelini, nasıl bir yer olduğunu düşünmeye götürüyor. Çocuğun iyi olma hâlini şekillendiren yerlerden biri olan okul nasıl bir yer gerçekten?
Bu yıl 20’ncisini düzenlediğimiz Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nda da bu soruyu sorduk. 18 Ekim’de Sabancı Üniversitesi’nde, Türkiye’nin dört bir yanından gelen yüzlerce öğretmen, eğitimci, sivil toplum uzmanı, bir arada bu sorunun yanıtını aradı, tartıştı. 12 ilden 34 iyi örneğin sunulduğu konferansta, okullarda, sınıflarda hayata geçen uygulamalar, okulun sosyal duygusal öğrenmenin gerçekleştiği; çocukların sosyalleştikleri, oyun oynadıkları, korundukları, ihtiyaç duydukları yardımı alabildikleri, birey olmayı ve toplumsal yaşamı tecrübe ettikleri bir mekân olma potansiyelini yeniden ortaya koydu, hatırlattı.
Okul kavramını yeniden düşündüren örneklerden biri, 25 yıllık sınıf öğretmeni Sümeyra Şenligil’in bambaşka bir sınıf ortamı yarattığı uygulamasıydı. Sümeyra Öğretmen, atandığı okulda sınıfındaki öğrencilerde sosyal, duygusal ve akademik açılardan yetersizlikler gözlemledi. Öğrencilerin sorgulama becerilerinin sınırlı olduğunu fark etti. Çocukların birbirleriyle ilişkileri de, sınıf ortamına aidiyetleri de zayıftı. Sümeyra Öğretmen, kendine şu soruyu sordu:
Ben de çocukken bu sıralarda oturuyordum. Aradan 36 yıl geçmesine karşın hâlâ aynı şekilde kurgulanmış sınıflardayız… İçinde farklı birçok öğrenme alanlarını taşıyan, değişip dönüşebilen modüler sınıflar tasarlanamaz mı?”
Bu sorunun ardından Sümeyra Öğretmen, Ankara’daki Şehit Muhammed İsmail Kaya İlkokulu’nda “Yenilikçi Sınıf Ortamı ile İlgili Öğrenci, Veli ve Öğretmen Görüşlerinin İncelenmesi” projesini başlattı. Camları tam olarak açılmayan, renksiz ve hareket imkânı sınırlı bu sınıf ortamı, öğrencilerin ve velilerin katılımıyla dönüşmeye başladı.
Sümeyra Öğretmen’in anlattıkları, sınıfın yalnızca fiziksel değil, duygusal bir alan olarak da nasıl dönüştüğünü gösteriyor:
Bir sınıf nasıl dönüşür?
Sınıfımızda Web 2.0 araçlarının aktif kullanıldığı sosyal, duyuşsal ve akademik öğrenmeleri destekleyecek öğrenme alanları oluşturduk; ‘Merak Duvarı’, ‘Salıncak’ ve ‘Heybende Ne Var?’ Köşeleri bunlardan birkaçı. Öğrenme alanları işbirliği, tartışma, birlikte düşünme gibi eylemleri tetikleyerek bir öğretmen rolü üstleniyor. Sınıfımdaki masa ve sıraları hareket eden masalarla değiştirdim. Toplantı odası şeklinde ayrıl-birleş konseptine uygun bir sınıf düzenimiz oldu. Ayrıca, küçük grup çalışmaları için minik masalar ve taburelerimiz var. Burası sosyalleşmeyi ve işbirliğini artıran bir bölüm. Burada minderler ve halı da var ve okuma köşesi olarak da kullanıyoruz. Bir salıncak yaptık. Kimi zaman öğrenci tek başına salıncakta, kimi zaman grupla birlikte minik taburelerde olabiliyor. Dikkat eksikliği ve öğrenme güçlüğü olan çocuğum sınıfta yerinde oturamıyordu. Salıncak sayesinde bu öğrencimle yol aldım. ‘Öğretmenim iyi hissetmiyorum salıncağa gidebilir miyim’ diyen, ‘Beni üzen bir durum var. Teneffüste salıncak bana bırakılabilir mi?’ diye soran öğrencilerim var. Çocuklar duygularını da ifade etmeye başladı.

“Okul yaşamın içine aktı”
Sınıfta dersi işlerken, her derse özel planlanmış ders kurguları yapıyorum. Matematik dersinde paralarla konu mu işledik, pazar alışverişine dönüşüyor o konu. Pazar alışverişlerini fotoğraflıyor bana yolluyorlar, onların dijital duvarına koyuyordum. Okul yaşamımızın içine akıyor. Merak sorularımızı meraklı defterlerimize yazdık, onları araştırıp üzerinde derinleştiğimiz konuyla ilgili Merak Duvarı hazırladık. Sınıfta düzenli olarak nefes terapisi, odaklanma, duygularla tanışma çalışmaları yaptık. Ivır zıvır köşesine kocaman etek ve pantolon astım, cepler taktırdım. ‘Doğanın size fısıldadıklarını ceplere koyun’ dedim. O cepler doldu; biriktirdiğimiz şeyler, Türkçe dersinde hikâye oldu bize.”
Sümeyra Öğretmen, tüm bunları hayata geçirirken veliler ve öğrencileriyle işbirliği ve fikir alışverişi yaptı. Öğrenme alanlarının işlevleri ve çalışma şekillerini kurguladı, ders planlarını yaptı. Hikâyeleştirme, oyunlaştırma gibi teknikleri kullanarak, çocukların ekip olarak aktif olabilecekleri ve öğrendiklerini yaşama taşıyabilecekleri bir planlama yaptı.
“Öğretmenim iyi ki sınıfı böyle yaptık”
“Bence okul hayatı öğreten yer olmamalı, hayatın ta kendisi olmalı” diyen Sümeyra Öğretmen, bu iyi örneği öğrencileri 3 ve 4. sınıftayken uygulayarak onları mezun etti. Öğrencilerinin “öğretmenim iyi ki bu sınıfı böyle yaptık” dediği uygulamanın etkisini de izleyen Sümeyra Öğretmen, öğrenci, öğretmen ve velilerle görüşmeler yaptı. Öğrenciler yeni sınıf düzeninin arkadaşlık ilişkilerini geliştirdiğini, oluşturulan öğrenme alanlarının akranlarıyla öğrenmelerine fırsat sunduğunu, yaratıcı okuma çalışmalarının kitap okuma sevgisi kazandırdığını söyledi. Sümeyra Öğretmen çocukların okula aidiyetlerinin de arttığını gözlemledi. Veliler ise çocuklarının okuma seviyesinin arttığını, okula “koşarak” geldiklerini ve sorumluluk bilinçlerinin, akran ilişkilerinin, sorun çözme becerilerinin arttığını düşündüklerini belirttiler. Sümeyra Öğretmen bu eğitim yılına başka bir okulda başladı. Bu iyi örneği orada da hayata geçirmeyi hedefliyor.
Sümeyra Öğretmen’in uygulaması, okulun akademik becerilerin kazandırıldığı bir mekân olmanın ötesindeki potansiyelini, çocukların refahının temelini oluşturan bütüncül bir yaşam alanı olduğunu ortaya koyuyor.
“Oyunsuz bir eğitimin nitelikli olduğunu söylemek mümkün değil”
Bu yaşam alanı içinde çocukların en temel haklardan biri de oyun. Okul çocukların oyun oynayabildiği, oyun hakkının korunduğu bir yer olabilmeli. Oyun Hareketi Derneği’nin Bursa Osmangazi Sabri Katırcı İlkokulu’nda “Oyuncu Okul” ismiyle hayata geçirdirdiği iyi örnek buna işaret ediyor. Oyuncu Okul Projesi’nin Koordinatörü ve Oyun Hareketi Derneği kurucularından Esra Güneş, oyun hakkının, matematiğin veya başka bir dersin oyunla öğretilmesiyle ilgili/sınırlı olmadığını söylüyor. Okullarda akademik kaygılar ve oyuna bakış açısı nedeniyle oyunun çoğunlukla eğitsel amaçla kullanıldığını anlatan Güneş, “Derste oyunla matematiğin öğretilmesi de çok değerli olmakla birlikte, bu çocuğun oyun hakkını korumuyor. Oyun hakkı, çocuğun kendinin başlattığı ve sonlandırdığı gönüllü bir eylem. Oyunsuz bir eğitimin nitelikli bir eğitim olduğunu söylemek mümkün değil” diyor.
Göçmen, düşük ve orta sosyoekonomik gruptan yaklaşık 800 öğrencinin eğitim gördüğü okulda oyun hakkını koruyarak uyguladıkları çalışmayı ise şöyle anlatıyor:
Okul bahçesine yerleştirdiğimiz “Oyunbaz Kulübe” adlı konteyneri okulun tüm paydaşları ile atık, sürdürülebilir, esnek malzemelerle donattık. Mesela lastik, borular, ahşap merdiven, meyve-sebze kasaları, boş makaralar… Çocukların malzemeleri çıkararak dilediği şekilde, dilediği kişiyle oyun oynamasını sağlayan bir düzen kurduk. Okuldaki tüm öğretmenler “Oyun Sağlayıcı Öğretmen Eğitim Programı”nı tamamladı, “Oyunbaz Öğretmen” rolünü üstlendiler. Bu sayede çocuklar, yetişkin müdahalesi olmadan kendi başlattıkları oyunlarda aktif rol aldı. Okuldaki serbest etkinlik saatinde genellikle başka dersler yapılıyormuş, bu ders saati oyuna ayrıldı. Öğretmenlerin uygulamalarında yaşadıkları zorluklara destek olmak adına proje mentörleri öğretmenleri yıl boyu desteklemeyi sürdürdü. Okullarda Esnek Oyun Uygulama Kılavuzu ile oyuncu okulun nasıl hayata geçirilebileceği anlatıldı. Okulda oyun şenliği düzenlendi. Velilere “Oyun ve Risk” konulu seminer verildi, oyun kültürüne velilerin de ortak olması sağlandı.”

Okula oyun girince neler değişti?
Proje bir yıl boyunca uygulandı ve öğretmenlerin, öğrencilerin oyuna bakışı değişti. Çocuklar birlikte oynayarak paylaşmayı, bir arada olmayı, inşa etmeyi, hayal kurmayı ve risk almayı, keşfetmeyi deneyimlediler. Güneş’e göre çocukların tasarım yapabilme, çözüm üretebilme gibi sosyal becerileri arttı. Öğretmenler, oyunu yalnızca öğretim aracı değil, temel bir çocuk hakkı olarak görmeye başladılar. Proje sürecinde öğretmenler oyun hakkını destekleyen yeni oyunlar da hayata geçirdi. Koridorlarda oynanmak üzere taşınabilir sokak oyun setleri oluşturuldu, oyun temalı renklendirme çalışmaları yapıldı. Böylece okul, oyunbaz öğretmenleri ve çocuklarıyla birlikte gerçek bir oyuncu okula dönüştü.
Güneş, Oyuncu Okul’un öğrenci öğretmen ilişkilerinin yanı sıra çocukların birbirleriyle olan ilişkilerine olumlu katkılar yaptığını anlatıyor:
Öğretmenler oyunun kendilerini de rahatlattığını söylediler. Çocukların oyuncağa bakışı değişti, esnek oyun malzemelerini oyuncak olarak görmeye başladılar. Bazı malzemeleri paylaşmada çatışmalar olması, o çatışmaları kendi aralarında çözme çabaları çocukların birbiriyle diyaloglarını zorunlu kıldı. Bir arada oynamayı öğrendiler. Okulda Suriyeli çocuklar var, onlar da kendi kültürlerini oyun yoluyla anlatabildiler akranlarına. Birlikte aynı ortamı korumayı öğrendiler. Oyunbaz Kulübe hâlâ okulda ve tüm okul bunu sürdürecek deneyime sahip artık. Derneğin amacı ise Oyuncu Okul’un daha fazla okula yayılmasını sağlamak.”
Toplumsal yaşamın tecrübe edildiği bir mekân olarak okul
Okul çocukların bir arada yaşamı öğrendikleri, toplumsal yaşamı tecrübe ettikleri de bir mekân. Okul çocuğun kendi alıştığı ortamdan çıkıp, kendi gibi olmayanla, yeni fikirlerle, davranış kalıplarıyla, kurallarla da tanıştığı yer. 19 yıllık Türkçe öğretmeni Sevilay Eş Şengül de çocukların önyargıları, ayrımcılıkları fark edebilecekleri, konuşabilecekleri ve hak temelli düşünebilecekleri bir ders ortamı yarattı. Çalıştığı okulda “Yaşım Benim” isimli bir çalışma yaptı. Şengül, bu çalışmayı nasıl yürüttüklerini ve öğrencilerdeki etkisini şöyle anlatıyor:
Kitapta okuduğumuz bir metin yaşlılıkla ve yaşlılarla ilgili kalıp yargılar barındırıyordu. Öğrencilere “yaşlılık deyince aklınıza neler geliyor?” sorusunu yönelttim. Akıllarına gelenleri tahtaya yazdım. Ardından tahtaya gençlerle ilgili kalıp yargıları dökmeye başladım. Gençlerle ilgili olanlara itiraz etmeye başladılar. Gençlerle ilgili olanlara ‘böyle değil’ dediler. ‘Peki, yaşlılıkla ilgili söyledikleriniz de böyle değildir belki, olamaz mı’ diye sordum. Böylelikle kalıp yargı kavramını sorgulamalarını sağladım. Sonra öğrencileri 5’li gruplara ayırdım. Yaşçılığa dikkat çekmek için gerçek yaşamdan alınan 3 durumun yazılı olduğu metni dağıttım; örneğin biri, yaşından dolayı işe alınmayan bir kişinin hikâyesiydi. Sorular sordum, küçük gruplarda yanıtladılar, tartıştılar. ‘Yaşçılık’ ile ilgili hazırlanan bilgilendirici metni gruplara dağıttım. Makaleyi okumalarını ve makalede önemli gördüklerini, dikkatlerini çeken bölümleri belirlemelerini istedim. Daha sonra kitaptaki metinde yaşlılıkla ilgili hangi kalıp yargıların olduğu, neden yazarın bu kalıpyargıları sıklıkla kullandığını sordum öğrencilere. ‘Siz metnin bir bölümünü değiştirseniz veya metni yeniden yazacak olsanız kurguyu nasıl yapardınız?’ sorusunu yönelttim.
“Karşılaştıkları ayrımcılıkları fark etmeye başladılar”
Öğrencilere çeşitli görseller gösterdim ve sorular sorarak yazma çalışması yaptırdım. Süreç sırasında öğrenciler kendi yaşantılarından ayrımcılık örnekleri de taşıdı derse. Babasının iş yerinde, kadın olduğu için işten çıkarılan biri olduğunu anlattı bir öğrenci, hentbol seçmeleri için boyu kısa olduğu için seçilmeyen kişinin ayrımcılığa uğrayıp uğramadığını sordu bir diğeri. İkiz öğrencim vardı, biri kız biri oğlan. Kız olan sofrayı hep kendisinin topladığını ve hazırladığını söyledi. Yaşa ve cinsiyete dayalı ayrımcılık da konuşuldu. Engellilerin yaşadığı ayrımcılığa dair örnek verenler oldu. Öğrenciler tartışma ortamında serbest bir şekilde tartıştı. Amacım kendi yaşamında karşılaştıkları ayrımcılık örneklerini ve hakim kalıp yargıları ortaya döküp fark etmelerini sağlamaktı. Buradan yola çıkarak benzer ayrımcılıklara düşmemek için veya önlemek için neler yapılabileceğini de tartıştık. Okul yaşayan bir yer, hayatla paralel bir akışı var. Okulun gerçek yaşamla bağının olduğunu göstermek önemli.”
Gezegendeki tüm canlılarla bir arada yaşadığımızı hatırlamak
Peki bir arada yaşamın öğrenildiği, tecrübe edildiği bir mekân olan okulda, sadece insanların bir aradalığını mı kastediyoruz? Bir arada yaşamın içine gezegendeki tüm canlılarla bir arada yaşamak da dahil. Bunu en güzel gösteren örneklerden biri de, bireyin yalnızca öğrenen değil yeryüzüyle birlikte var olmayı öğrenen bir bireye dönüşmesini amaçlayan “Biyomimikri ile Doğadan Öğrenerek Değerler Geliştirmek; Yeryüzü Eğitimi Temelli Drama Müdahale Programı”. Darüşşafaka Eğitim Kurumları’nda ortaokulda uygulanan programı öğretim tasarımcısı ve drama eğitmeni Öykü Erinç Küçüköz üç yıldır hayata geçiriyor. Okuldaki kulüplerle bu çalışmayı yürüten Küçüköz, bütün bir yıla yayılan çalışmasını şöyle anlatıyor:
“Doğayla bağlar kurarak yaratıcı bir yolculuğa çıkıyoruz”
Doğa ile kişisel bağlarımız üzerine düşünerek başlıyoruz. Bunun için doğadaki deneyim, duygu ve çağrışımlarımıza odaklanan zihin haritalarıyla başlıyoruz. Sonra doğayı bir karakter olarak hayal edip derinleşiyoruz; doğa bir karakter olsa kişilik özellikleri, mesleği ne olurdu, dış görünüşü neye benzerdi, nerede yaşardı? gibi pek çok boyuta odaklanıyor ve bir doğa karakteri yaratıyoruz. Bu karakterler üzerine doğaçlama ve canlandırmalarla derinleşiyoruz. Bireysel ilişkimizin ardından büyük resme geçiyoruz. Çağlar içinde doğa – insan ilişkisine odaklanıyoruz. Sanat tarihinden yararlanarak paleolitik çağdan, neolitik çağa, oradan 21. yüzyıla dek, insan doğa ilişkisini yansıtan resimler ve sanat eserleriyle yapıyoruz bunu. Kutsal doğadan insanın egemenliğine girmiş doğayı inceliyoruz. Neden biz doğanın bir parçasıyken şimdi doğanın parçası değiliz? Bunu konuşuyoruz. Sonra doğadan ilham alarak insan yapımı sistemleri, ürünleri ve süreçleri tasarlamak olan biyomimikriyi anlatıyorum. Yusufçuğun kanadından rüzgara dayanıklı sistemler, doğadan öğrenerek yaşamımızı nasıl kolaylaştırıyoruz? Karıncalar, kunduzlar gibi farklı canlıların yaşam becerilerini, stratejilerini konuşuyoruz, canlılardan öğrenerek doğaçlama yapıyoruz. Ormana çıkıyoruz. Doğanın kalbinden kopan varoluşumuzu, doğadan öğrenerek, yeniden doğayla bağlar kurarak yaratıcı bir yolculuğa çıkıyoruz.”
Bu çalışma sayesinde çocukların doğadan öğrenme ve çözüm üretme kapasiteleri gelişti. Doğayla empati kurmayı öğrendiler. Küçüköz, “Tüm canlıların insan için var olduğunu düşünen anlayış değişiyor. Ortak yaşam ve işbirliği anlayışı gelişiyor çocukların. ‘Her şey benim hakkım’ anlayışını sorguluyor çocuklar” diye konuştu.
“Öğrencilerin iletişim kurma, strateji geliştirme ve karar verme becerileri gelişti”
Okul, çocukların yapabilirliklerinin artıracak şekilde müfredatın esnek olarak uygulanabileceği bir yer de olabilmeli. Darüşşafaka Eğitim Kurumları’nda girişimcilik dersinde uygulanan “Fiyat Oyunu” okulun bu potansiyelini gösteren güzel bir örnek. Girişimcilik öğretmeni Sibel Sunay, 10. sınıflarda verilen girişimcilik dersi içerisinde ekonomi ünitesini işlerken, öğrencilerin arz-talep dengesi, fiyat oluşumu ve piyasa mekanizmaları gibi soyut konuları anlamakta zorlandığını fark etti. Bunun üzerine parçaların değil, bütünün ve ilişkiler ağının görülmesini sağlayan eğitimde sistem düşüncesi yaklaşımını temel alarak “Fiyat Oyunu”nu geliştirdi. Sibel Öğretmen, oyunu şöyle anlatıyor:
Oyun, alıcı ve satıcı rollerine dayalı basit bir pazar ortamını simüle edecek şekilde kurgulandı. Her öğrenci alıcı ya da satıcı rolünü üstleniyor. Her öğrenci alıcı ya da satıcı rolünü üstleniyor. Satıcılara üretim maliyetlerini (minimum satış fiyatı), alıcılara ise ödemeye razı oldukları değerleri (maksimum ödeme isteği) içeren kartlar veriyoruz. Diyelim ki biri 5 liraya mal edip 6 liraya satmış, karşısındaki 7 lira ödemeye razıymış. Bunları kaydediyoruz. Kâr mı edildi, zarar mı? Nasıl pazarlık yaptılar? Stratejilerini nasıl geliştirdiler? Satış yapamayan neden zorlandı? Bunları tartışıyoruz. Fiyat Oyunu, öğrencilerin yalnızca ekonomi kavramlarını değil; ikna etme, iletişim kurma, strateji geliştirme ve karar verme gibi becerilerini de geliştirmelerini sağladı. Bu oyuna sadece ekonomi öğretmek için değil, öğrencilerin düşünme biçimlerini dönüştürmek için de ihtiyacımız vardı.”
Sunay, oyunun temel ilham kaynağının, davranışsal ve deneysel ekonomi alanındaki çalışmalarıyla tanınan, 2002 Nobel Ekonomi Bilimleri Anma Ödülü’nü Daniel Kahneman ile paylaşan Amerikalı ekonomist Vernon Smith olduğunu belirtiyor:
“Oyunu geliştirirken Vernon Smith’in pazar deneylerinden ilham aldık. Oyun, onun çalışmalarına benzer şekilde, pazar fiyatlarının alıcı ve satıcıların etkileşiminden nasıl ortaya çıktığını göstermeyi amaçlıyor. Dersin arka planında sistem düşüncesi yaklaşımı yer alıyor. Bu yaklaşım, öğrencilerin soyut kavramları somutlaştırmasını ve arz-talep-fiyat arasındaki döngüsel ilişkiyi kavramasını sağladı.”
Okul öğrencilerin ilgi ve yeteneklerini keşfetmelerine alan açmalı
Çocukların gözünden okulu anlattığımız saha çalışmasında bir 12. sınıf öğrencisi “Okul kendimizi keşfetmemize pek olanak sağlamıyor. Şu dersten şu notu almalısın… Hayat bundan mı ibaret?” demişti. Okul, aynı zamanda çocukların ilgi ve yeteneklerini de keşfedecekleri yer olabilmeli.
Okulun bu potansiyeline işaret eden çalışmalardan biri ise Sanko Okulları’nda uygulanan “Değişen Kariyer Planlaması: Yeni Değerler ve Yetkinlikler”. Okulun psikolojik danışmanları Kübra Akbulut, Sezin Gören Eryiğit ve Dicle Direkci’nin uyguladığı çalışma, öğretmenlerin ifadesiyle “öğrencilerin erken yaşta kendilerini tanımalarına, ilgi alanlarını keşfetmelerine ve 21. yüzyıl becerileriyle donanmalarına olanak sağlayacak bütüncül bir planlama modeline duyulan gereksinim”den ortaya çıktı. Dijital dönüşümle birlikte iş dünyasında yaşanan hızlı değişimin, öğrencileri sadece akademik değil, kişisel ve teknolojik açıdan da donanımlı bireyler olarak yetişmelerini gerekli kıldığı düşünülerek, çalışma okulun 10. sınıf öğrencileriyle uygulanmaya başlandı.
Kübra ve Sezin Öğretmen çalışmayı nasıl uygulandıklarını şöyle anlatıyor:
Programın tasarımı iki ana eksen üzerine kurulu. İlki kendini tanıma ve mesleki yönelim süreci. Bu süreç öğrencilerin kişisel özelliklerini ve mesleki yönelimlerini daha iyi anlamalarını sağlamak için çeşitli psikoeğitsel etkinlikleri içeriyor. Kariyer genogramıyla öğrenciler, aile üyelerinin meslek geçmişlerini inceleyerek kariyer seçimlerinin ailevi ve kültürel bağlamda nasıl şekillendiğini keşfediyorlar. Bu etkinlik, öğrencilerin kişisel değerlerini tanımalarına yardımcı oluyor. Kişilik envanteri çalışması da yapıyoruz. Kişilik özelliklerine göre meslek seçimleri yapmalarını teşvik ediyoruz. Mesleki ilgi alanları anketiyle de mesleklerin gerektirdiği değer ve becerilerle öğrencilerin kişisel özellikleri eşleştiriliyor. Programın ikinci ekseninde ise ders programlarına ‘21. Yüzyıl Yetkinlik Programı’ entegre edildi. Öğrencilere oyun teorisi, strateji, dijital okuryazarlık, Excel ile modelleme, ‘design for change’, sunum teknikleri ve takım çalışması gibi başlıklarda içerikler sunuyoruz. Her yetkinlik alanı uygulamalı ödevler ve etkileşimli çalışmalarla destekleniyor. Daha sonra ise öğrenciler “Hayata Hazırlama Projesi” kapsamında iki haftalık mesleki gözlem çalışmasına yönlendiriliyor. Bu gözlem sürecinde öğrenciler, seçmeyi düşündükleri meslek dallarına dair gerçek deneyimler elde ediyorlar.”

Rehber öğretmen ve psikolojik danışmanlar, okulda sadece akademik başarısı yüksek çocuklar değil, hayat başarısı yüksek çocuklar yetiştirmeyi hedeflediklerini belirterek, çalışma sonrasında öğrencilerinden çok güzel geri dönüşler aldıklarını anlatıyorlar:
Aktif vatandaşlık dersinde sosyal sorumluluk projeleri geliştirmekten büyük keyif alıyorlar. Yaz döneminde yaptıkları mesleki gözlem süreci ise alan seçimi öncesinde onlar için oldukça faydalı bir deneyim oluyor. Dünya değişse de öğrenciler genellikle öğretmen, avukat, doktor olmayı hedefliyor. Ancak, mesleki gözlem sayesinde bu kalıplaşmış tercihler değişebiliyor. Örneğin, bir fabrikayı ziyaret ettiklerinde yalnızca mühendis olarak değil, sürdürülebilirlik biriminde de görev alınabileceğini görüyorlar. Bu sayede farklı iş tanımlarını keşfediyor, mesleklerin tek bir yönü olmadığını fark ediyorlar. Aynı şekilde tüm avukatların aynı işi yapmadığını, farklı uzmanlık alanlarının bulunduğunu öğreniyorlar. İlkokuldan beri tıp isteyen bir öğrencimiz, gözlem sonrasında fikrini tamamen değiştirdi ve ‘İyi ki bunu şimdiden fark ettim’ dedi. Bu tür deneyimler öğrencilerin kendilerini ve meslekleri daha gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirmelerine büyük katkı sağlıyor.”
Okul çocukların güvenli ilişkiler kurabildiği bir mekân olabilir
Okul aynı zamanda, gençlerin sosyalleşebildiği, arkadaşlıklar kurabildiği ve öğretmenlerinden rehberlik alabildiği en önemli sosyal ortam. Okulda iyi bir rehberlik servisi, olumlu bir okul iklimi olduğunda okul, çocukların hayatı için dönüştürücü olacak desteği aldıkları, yol gösterici güvenli ilişkiler kurdukları yer olabilir. Bu bakımdan okul, yalnızca eğitim politikalarının değil, çocuğu merkeze alan sosyal politikaların da uygulandığı bir alan olarak düşünülebilir. Sakarya’da bir köy okulu olan Erenler Mehmet Gölhan Ortaokulu’nda rehber öğretmen ve psikolojik danışman olarak çalışan Merve Çalık, olumlu bir okul iklimi yaratmak için, yaratıcı drama ve forum tiyatro yöntemiyle akran zorbalığını ele aldığı bir uygulama hayata geçirdi. Çalık, 7. sınıf öğrencileriyle yaptığı çalışmayı şöyle anlatıyor:
Okulumda akran zorbalığı en büyük sıkıntılardan biriydi. Çocuklar akran zorbalığı yaptığının bile farkında değillerdi. Dışlama, kavga, dedikodu, alay etme… Seminer yapıyorum, farkındalıklarını artırmaya çalışıyorum. Zorbalık türlerinden bahsediyorum. Daha etkili olması için yaratıcı drama ve forum tiyatro yöntemini kullandım. Forum Tiyatro, belirlenen bir problemin çözümlerinin araştırılarak sahne üzerinde deneyimlenmesine dayalı bir Ezilenlerin Tiyatrosu pratiği. İlk olarak 6 oturumluk bir yaratıcı drama çalışmasının ardından katılımcılarla belirlenen ve akran zorbalığının fiziksel, sözel, duygusal ve siber zorbalık türlerinin ele alındığı 6 sahne sergilendi. Katılımcılar problem durumuyla ilgili çözümlerini sahneye gelerek denedi ve bu çözüm yolları izleyicilerle beraber değerlendirdi. Mesela lafla sataşmanın, dış görünüşle alay edilmesinin, çevrimiçi ortamlarda dalga geçilmesinin örneklerini canlandırdılar. Çözümleri de seyirci ile birlikte düşünüp yine sahnede uyguladılar.”
Tüm bu örnekler ve konferanstaki diğer pek çok örnek, okulun yalnızca akademik becerilerin kazandırıldığı bir yer değil, çocukların yaşamı deneyimledikleri, ilişki kurdukları, duygularını tanıdıkları ve kendilerini keşfettikleri bir alan olduğunu bir kez daha gösterdi. 20. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nda okulun sosyal politika alanı olarak da düşünülmesi gerektiğini bir kez daha gördük. Okul potansiyeline uygun bir şekilde kurgulandığında nelerin değişebildiğine tanıklık ettik. Okul, çocukların ve öğretmenlerin iyi olma hâlini destekleyen, güçlendiren ve çocukları koruyan bir yer olduğunda, hem çocuklar hem toplum için dönüşüm mümkün olabilir. Bu nedenle, eğitimin tüm paydaşlarını okulun bu potansiyelini birlikte düşünmeye ve hayata geçirmeye davet ediyoruz.

Umay Aktaş Salman
Eğitim Reformu Girişimi Araştırmacısı ve Medya Koordinatörü




